Human Capital

BÖLÜM 1

Eğitim ekonomisi ve insan sermayesi konusunda bir kitabın önsözüne benziyor. Yazar, ilk baskının öncesindeki on yıl boyunca dünya genelinde eğitim ekonomisi konusundaki ilginin arttığından bahsediyor. İnsan sermayesi ve eğitim ekonomisi alanındaki araştırmalara olan ilginin devam ettiğini, bu alanda birçok önemli çalışma yapıldığını ve kitabın ilk baskısının başarısının ikinci bir baskıyı gerektirecek kadar büyük olduğunu belirtiyor. Kitapta ele alınan konular arasında okul sonrası yatırımın analizi, yaş-kazanç profilleri ve yaşam döngüsü boyunca insan sermayesi birikiminin incelenmesi gibi konular bulunmaktadır. Ayrıca, insan sermayesinin farklı gruplar arasında nasıl farklılık gösterdiği ve eğitimin kazançlardaki dağılım üzerindeki etkisi de ele alınmaktadır. Yazar, insan sermayesi alanında yapılan araştırmaların önemini vurguluyor ve gelecekteki çalışmaların bu alanda daha da verimli olacağına inanıyor. Piyasa dışı sektördeki insan sermayesinin etkileri ve diğer konuların daha fazla anlayış kazanacağına dikkat çekiyor. Sonuç olarak, bu metin, insan sermayesi ve eğitim ekonomisi üzerine önemli bir kitabın önsözüdür ve bu alandaki araştırmaların önemine ve gelecekteki potansiyeline vurgu yapmaktadır.

Bu kitabın birinci baskısına giriş

Bazı faaliyetler, gelecekteki refahı daha çok etkilerken, diğerlerinin başlıca etkisi şimdiki zamanda olur. Bazıları para gelirini etkilerken, diğerleri ruhsal geliri yani tüketimi etkiler. Denizcilik daha çok tüketimi etkilerken, işyeri eğitimi daha çok para gelirini etkiler ve üniversite eğitimi her ikisini de etkileyebilir. Bu etkiler ya fiziksel kaynaklar aracılığıyla ya da insan kaynakları aracılığıyla gerçekleşebilir. Bu çalışma, gelecekteki parasal ve ruhsal geliri artıran faaliyetlerle ilgilenir ve bu faaliyetlere “insan sermayesi yatırımları” denir. Bu tür yatırımların birçok biçimi arasında eğitim, işyeri eğitimi, tıbbi bakım, göç ve fiyatlar ve gelirler hakkında bilgi arayışı yer alır. Bunlar, kazançlar ve tüketim üzerinde etkileri, tipik olarak yatırım yapılan miktarlar, getirilerin büyüklüğü ve yatırım ile getiri arasındaki bağlantının algılanma düzeyinde farklılık gösterir. Ancak, tüm bu yatırımlar becerileri, bilgiyi veya sağlığı geliştirir ve böylece para veya ruhsal gelirleri artırır. Son yıllar, insan sermayesi yatırımına yönelik yoğun bir ilgi ve araştırmaya sahne olmuş, bunların birçoğu T. W. Schultz tarafından katkıda bulunulmuş veya teşvik edilmiştir. Temel motive edici faktör muhtemelen fiziksel sermayenin büyümesinin, en azından geleneksel ölçümlere göre, çoğu ülkede gelir büyümesinin nispeten küçük bir kısmını açıklaması gerçeğidir. Bu dönemdeki ekonomik problemlerin çözümünde insan sermayesi yatırımlarının öneminin artmasıyla birlikte, araştırmacılar insan sermayesi kavramına yönelik ilgi ve çalışmalara hız vermiştir. Geleneksel olarak ölçülemeyen bu değerli varlık, ekonomik büyüme ve refahın temel itici güçlerinden biri olarak görülmüştür. Aynı zamanda işgücü piyasasının etkinliği, eğitim politikalarının etkisi ve gelir dağılımındaki eşitsizliklerin anlaşılması gibi birçok önemli konuda bilgi sağlamıştır. İnsan sermayesi yatırımlarının, bireylerin eğitim, sağlık ve becerilerine yönelik yapılan harcamaların toplumun refahına ve ekonomik performansına olan etkilerini anlamak, ekonomistler ve hükümetler için önemli bir görev olmuştur. Bu yatırımların faydaları ve geri dönüşleri, gelir eşitsizliğinin azaltılması ve ekonomik büyümenin teşvik edilmesi gibi politika alanlarında stratejiler geliştirmeye yardımcı olmuştur. Bu kitap, insan sermayesi alanındaki önemli araştırmalardan biridir ve uzun süreli etkisi ile ön plana çıkmıştır. Yazar, insan sermayesi kavramını temel alarak eğitim, sağlık ve beceri yatırımlarının ekonomik sonuçlarını derinlemesine analiz etmiş ve bu konuda birçok ileri düzeyde çalışmaya ilham vermiştir. Sonuç olarak, insan sermayesi kavramı ve yatırımlarının ekonomik analizlerde önemli bir yer tuttuğu açıktır. Bu alandaki çalışmaların, gelecekte de ekonomik teorilerin ve politikaların geliştirilmesinde etkili olmaya devam edeceğine inanıyorum.

Bu çalışma, tesadüfi kanıtlar ve analizlerin ötesine geçerek bu alandaki bilgiye katkıda bulunmayı umuyor. Birinci Bölüm, insan sermayesi yatırımlarının teorisini detaylı bir şekilde ele alır ve bu yatırımların kapsadığı geniş ekonomik olgular aracılığıyla önemini ortaya koyar. İkinci Bölüm, böyle yatırımların kazançlar ve istihdam üzerindeki birçok önemli etkiyi türetirken, Üçüncü Bölüm, yatırım yapılan toplam miktarın nasıl tahmin edileceğini ve beklenen kazançların değişmesi durumunda nasıl değişeceğini gösterir. İkinci Bölüm, teorik analizin çeşitli ampirik testlerini sunar. Dördüncü ve Beşinci Bölümler, ABD’deki üniversite eğitiminin son yıllardaki getirilerini tahmin eder. Maliyetler ve getiriler göz önünde bulundurulur ve tahminler sadece beyaz erkek üniversite mezunları gibi seçilmiş gruplar için değil, aynı zamanda tipik üniversite öğrencileri için de sunulur. Eğitim ile yetenek arasındaki ilişkinin etkisi ve üniversiteden elde edilen kazançtaki değişkenlik detaylı olarak incelenir. Sosyal ve özel kazançlar tahmin edilir ve her ikisi de fiziksel sermaye için yapılan tahminlerle karşılaştırılır. Altıncı Bölüm, lise eğitimine kısa bir şekilde değinerek, sosyal ve özel maliyet ve getirileri ve farklı yeteneklerin etkisini göz önünde bulundurur. Bu bölüm aynı zamanda yirminci yüzyılda ABD’de lise ve üniversite eğitiminin ekonomik etkilerindeki uzun dönemli eğilimleri keşfetmeye çalışır. Yedinci Bölüm, insan sermayesinin yaş-kazanç profillerinin şekli üzerindeki teorik analizin sonuçlarını test eder. Ayrıca, yaş ve sonraki kazançların indirimli değeri arasındaki ilişki, yani yaş-servet profillerine etkisi incelenir. Bu profiller, tasarruflar ve tüketimde yaşam döngüsü varyasyonlarının incelenmesinde ve diğer birkaç şekilde kullanılır. Son olarak, bu giriş bölümünü, eğitim ve diğer insan sermayesi unsurlarının ekonomik etkilerine odaklanmanın diğer etkilerin önemsiz veya ekonomik olanlardan daha az önemli olduğu anlamına gelmediğini vurgulayarak tamamlamak en iyisidir. Bir uzmanlaşma avantajının burada genel araştırmada olduğu kadar gerçek olduğunu belirtmek isterim. Sadece ekonomik etkilerin önemli olduğunu ve son zamanlara kadar görece ihmal edildiğini vurgulamak istiyorum.

BÖLÜM 2

İnsan Sermayesi Yeniden Gözden Geçiriliyor

Eğitim ve Eğitim (Education & Training)

Eğitim ve eğitim, insan sermayesine yapılan en önemli yatırımlardır. Benim kitabım ve o zamandan beri birçok diğer çalışma, ABD’de lise ve üniversite eğitiminin bir kişinin gelirini büyük ölçüde artırdığını gösterdi. Bunun, okul masraflarının netleştirilmesinden ve daha eğitimli insanların daha iyi aile arka planlarına ve daha büyük yeteneklere sahip olmalarının düzeltilmesinden sonra bile geçerli olduğu görülmüştür. Benzer kanıtlar, farklı kültürlere ve ekonomik sistemlere sahip 100’den fazla ülkeden birçok döneme ait olarak şu anda mevcuttur. Daha eğitimli insanların kazançları neredeyse her zaman genel gelir ortalamasının üzerindedir, ancak kazançlar genellikle az gelişmiş ülkelerde daha büyüktür. Son elli yılda ABD’de üniversite mezunları ile lise mezunları arasındaki ortalama kazanç farklarına bakalım. 1960’lara kadar yüzde 40 ile 50 arasında oldukça istikrarlı bir şekilde seyrettikten sonra, bu farklar 1960’lı yıllarda arttı ve ardından oldukça keskin bir düşüş yaşadı. 1970’lerdeki bu düşüş, bazı ekonomistlerin ve medyanın “aşırı eğitimli Amerikalılar” konusunda endişelenmesine neden oldu (bkz. Freeman, 1976). İnsan sermayesi kavramı da bazı eleştirilere maruz kaldı. Ancak Kevin Murphy ve Finis Welch’in son çalışmalarında belirttikleri gibi (1989), üniversite eğitiminin parasal kazançları 1980’lerde oldukça artarak bu elli yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Lise mezunlarının, liseyi bırakmış olanlara kıyasla kazanç avantajı da arttı. Aşırı eğitimli Amerikalılar hakkındaki konuşmalar kayboldu ve yerini Amerika Birleşik Devletleri’nin yeterli kalitede ve miktarda eğitim ve diğer eğitim sağlayıp sağlamadığına yönelik endişeler aldı. Bu endişeler, yeniden canlanan Avrupa, Japonya, Kore ve diğer Asya ülkelerinden gelen sert ekonomik rekabet, son on beş yılda ABD’de yavaşlayan üretkenlik ilerlemesi, SAT puanlarında büyük düşüş ve Amerikan lise öğrencilerinin uluslararası matematik testlerindeki kötü performansı tarafından tetiklenmiştir.

ABD’deki gençlerin durumu, aldıkları hazırlamanın yeterli olmadığı konusunda ciddi endişe nedeni oluşturmaktadır. 15 yaş altı tüm öğrencilerin ve büyük bir oranda şehir içi siyahların liseyi tamamlayamaması, durumu felaket olarak nitelendirmeye yol açmaktadır. Erken 1970’lerden bu yana gerçek ücret oranları yüzde 30’dan fazla düşmüştür. Okul problemleri, aile istikrarsızlığı veya diğer nedenlerden dolayı, üniversite eğitimi almayan gençler, modern ekonomilerdeki çalışma için yeterince hazırlanmamaktadır. Benim de bir üyesi olduğum İş Bakanlığı Komisyonu, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçilerin kalitesini artırmak için ne yapılabilir konusunu değerlendirmektedir. Bu komisyonun kurulmasına yol açan endişeler, insan sermayesi analizine yeniden akademik ilgiyi canlandırmıştır ve bu da sosyal bilimlerdeki araştırmanın, bazen aşırı şekilde, kamu politikası konularına yanıt verdiğini göstermektedir. Lise mezunlarının üniversiteye başlama oranı, 1970’lerin ortalarında üniversite eğitiminin getirdiği faydalar azaldığında düşmüş ve 1980’lerde büyük ölçüde arttığında tekrar yükselmiştir. Bu son yıllarda üniversiteye başvurulardaki büyük artışın, daha yaygın bir şekilde harika eğitim sunduğunun takdir edilmesinden kaynaklanmadığını üzülerek belirtmek isterim. Demografik nedenlerle birlikte, yüksek öğrenim ücretleri hızla arttığından, eğitimciler 1980’lerde öğrenci kayıtlarının azalacağını bekliyorlardı. Ancak kazançlar maliyetlerden daha hızlı arttığından ve lise mezunlarının hem kazançlar hem de maliyetlerdeki değişimlere tepki gösterdiğini anlamadıkları için yanıldılar. Üniversiteye başvuru sayısının tahmin edilmesinin kolay olacağı düşünülebilir, çünkü lise mezunu olan kişi sayısı oldukça kesin bir şekilde tahmin edilebilir. Ancak demografik temelli üniversite kayıt tahminleri, son yirmi yılda yanılmıştır. Steve Stigler ve ben, özellikle Steve, birkaç yıl önce Baker Komisyonu’na sunduğumuz alt komite raporunda gösterdiğimiz gibi, böyle tahminler kadınların, siyahların ve yaşlıların üniversiteye kaydolmaya olan teşviklerinin değiştiğini göz ardı etmiştir. İnsan sermayesi yatırımlarının faydalara ve maliyetlere akılcı bir şekilde tepki verme eğiliminde olduğu, kadınların eğitimdeki değişikliklerle açıkça gösterilmektedir. ABD’de 1960’lı yıllardan önce kadınlar, erkeklerden daha çok lise mezunu olma eğilimindeydi, ancak üniversiteye devam etme ihtimali daha düşüktü. Kadınlar matematik, fen bilimleri, ekonomi ve hukuktan kaçınırken, öğretmenlik, ev ekonomisi, yabancı diller ve edebiyata ilgi gösteriyorlardı. Evli kadınların çoğu ücretli çalışmaya devam etmediği için, eğitim ve iş piyasasındaki değişiklikler kadınların üniversiteye katılımını artırmıştır.

Bu bölümde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gençlerin eğitim hazırlığındaki endişe verici düzeyi ve özellikle yüksek okul bitiremeyenlerin iç kentteki siyah gençlerin büyük bir kısmının durumu üzerinde duruluyor. Bu durum, gençlerin modern ekonomilerde iş için yeterince iyi hazırlanmadığına dair kaygıları gündeme getiriyor. ABD Çalışma Bakanlığı’nın işgücü kalitesi üzerine oluşturulan bir komisyon, çalışanların kalitesini artırmak için ne yapılacağını değerlendiriyor ve bu komisyonun oluşturulmasına yol açan endişeler, insan sermayesi analizine yeniden akademik ilgiyi teşvik ediyor. Son yıllarda, yüksek okul mezunlarının üniversiteye katılım oranı, üniversite eğitiminin getirileri düşerken 1970’lerin ortasında düşmüş ve 1980’lerde büyük ölçüde artmıştır. Bu durum, son birkaç yılda üniversitelere yapılan başvurularda beklenmedik bir artışa neden olmuştur. Bu artışın, daha yaygın bir şekilde üstün bir eğitim sağlama algısı nedeniyle değil, aynı zamanda üniversite eğitiminin getirilerinin maliyetlerden daha hızlı artması ve yüksek okul mezunlarının hem getiri hem de maliyet değişikliklerine tepki vermesi nedeniyle olduğu belirtiliyor. Üniversiteye katılımın tahmin edilmesinin demografik temelli olacağı düşünülebilir, ancak son yirmi yılda demografiye dayalı üniversite kayıt tahminleri, kadınların, siyahların ve yaşlıların üniversiteye katılma konusundaki değişen teşviklerini göz ardı ettiğini ve dolayısıyla gençlerin verilen avantajlara ve maliyetlere akılcı bir şekilde tepki verdiklerini gösteriyor. Kadınların eğitimi üzerindeki değişimler de bu durumu açıkça gösteriyor. 1960’lardan önce, Amerika Birleşik Devletleri’nde kadınlar erkeklerden daha fazla lise mezunu olmasına rağmen, üniversiteye devam etme konusunda daha az eğilimliydiler. Kadınlar matematik, bilim, ekonomi ve hukuktan kaçınıp, öğretmenliğe, ev ekonomisine, yabancı dillere ve edebiyata yöneliyorlardı. Ödemeli işte çalışmaya devam eden çok az sayıda evli kadın olduğundan, akılcı bir şekilde evde yapılan üretimde ve muhtemelen evlilik piyasasında da yardımcı olacak bir eğitim seçiyorlardı. Tüm bu durumlar radikal bir şekilde değişti. Evli kadınların katılımındaki muazzam artış, son yirmi beş yılda gerçekleşen en önemli işgücü değişikliğidir. Birçok kadın şimdi çocuk sahibi olmak için bile işlerinden çok fazla zaman harcamıyor. Sonuç olarak, kadınların piyasa becerilerinin değeri büyük ölçüde arttı ve iyi ücret alan muhasebe, hukuk, tıp, mühendislik gibi alanlara yöneliyorlar. Hatta şu anda, kadınlar hukuk, işletme ve tıp alanlarındaki kayıtların yaklaşık üçte birini oluşturuyor ve birçok ev ekonomisi bölümü ya kapanmış ya da gerçek bir ekonomi branşı olarak vurgulanıyor.

Bu bölümde, kadınların eğitimine yönelik benzer eğilimlerin Büyük Britanya, Fransa, İskandinavya, Tayvan, Japonya, Meksika ve diğer ülkelerde de görüldüğü belirtiliyor. Evli kadınların işgücüne katılımındaki büyük artışlar, kadınların ücretli işlerdeki kazançlar üzerindeki değişikliklerin geleneksel kadın rolüne dair düşüncelerden daha güçlü bir etkisi olduğu vurgulanıyor. Kadınların işgücündeki fırsatları ilk başta yavaşça gelişti, ancak 1970’lerin sonrasında keskin bir şekilde hızlandı. Tam zamanlı çalışan kadınların ve erkeklerin kazançlarının oranı, 1979’dan sonraki dönemde geçmişimizdeki herhangi bir dönemden daha hızlı bir şekilde arttı ve kadınlar birçok yüksek beceri gerektiren işte daha etkin hale gelmeye başladı. Siyah kadınların ekonomik durumundaki iyileşmeler özellikle hızlıydı ve şimdi beyaz kadınlar kadar kazanıyorlar. Kadınlar ve diğer azınlıklar için daha büyük iş fırsatlarına katkıda bulunan şeyin sadece medeni haklar hareketi olmadığı belirtiliyor. Örneğin, kadınlar Reagan yönetimi altında en hızlı ilerlemeyi kaydetmiş olmasına rağmen, bu yönetim olumlu ayrımcılığa karşı çıkmış ve aktif bir Medeni Haklar Komisyonu olmamıştır. Yazarın görüşüne göre, kadınlar başlıca işgücüne olan daha güçlü bağlılıkları sayesinde ilerlemiştir. Bunun da temel nedeni, doğurganlıkta büyük bir düşüş, hızlı bir boşanma artışı ve hizmet sektörünün artan önemi olmuştur. İnsan sermayesi analizi, eğitimin kazançları ve üretkenliği daha çok bilgi, beceri ve problemleri analiz etme yöntemi sağlayarak artırdığına inanırken, alternatif bir görüş olan “akademik nitelik” ise eğitimin üretkenliği pek etkilemediğini ve bunun yerine derece ve eğitimin insanların temel yetenekleri, süreklilik ve diğer değerli özellikleri hakkında bilgi verdiğini vurgulamaktadır.

Bu bölümde, eğitimin sadece bir kişinin akademik başarısını değil, asıl olarak yeteneklerini ve çalışma hayatındaki performansını ölçemediği ve bunun çalışanlar için daha fazla bilgi sağlamada sorun yarattığı belirtiliyor. Eğitimde başarı, esnek, bireyselci ve oldukça disiplinsiz üniversite atmosferinde çok fazla ilgili bilgi sağlamazken, işyerindeki disiplin, müşterilere hitap etme ve diğer çalışanlarla iyi geçinme gibi unsurların daha önemli olduğu ifade ediliyor. Eğitim dışında da öğrenme ve eğitim olanaklarının olduğu vurgulanıyor. Özellikle üniversite mezunlarının iş gücüne katıldıklarında iyi hazırlanmadıkları ve işteki eğitim programlarıyla uygun hale getirildikleri ifade ediliyor. İşyeri eğitiminin, işçilerin deneyim kazandıkça gelirlerindeki çok büyük artışın önemli bir kaynağı olduğu belirtiliyor ve işletmeciler ve çalışanlar arasındaki bağın, işyeri öğrenme ve eğitiminden kaynaklandığı ifade ediliyor. Bununla birlikte, bu metinde öğrenim ve eğitim dışında insan sermayesi kavramının kültürel ve maddi olmayan özelliklerin daha az önemli olduğunu ima etmediği belirtiliyor. Kültürel ve maddi olmayan unsurların da önemli olduğu vurgulanarak, insan sermayesi kavramının sadece maddi teşvikleri içermediği ifade ediliyor.

Beşerî Sermaye ve Aile

insan sermayesi ve ailelerin çocukların yaşamları üzerindeki etkisi üzerine bir dizi bilgi ve analiz bulunmaktadır. Metinde vurgulanan ana konular şunlardır: Ailelerin Etkisi: Metinde, duyarlı ve kararlı ebeveynlerin çocuklarına daha iyi bir başlangıç sağladığı ve çocukların iyi hazırlanması ve yetiştirilmesi için ailelerin önemli bir rol oynadığı belirtilmektedir. Aileler arasındaki farkların zamanla büyüyebileceği ve çocukların yaşları ve eğitim düzeyleri ile ilişkili olduğu ifade edilmektedir. Eğitim ve Gelir İlişkisi: Ebeveynlerin kazançları ile çocukların kazançları arasında bir ilişki olduğu, ancak bu ilişkinin fakir ailelerde daha güçlü olduğu vurgulanmaktadır. Zengin ailelerin çocuklarının eğitim masraflarını ve gelir kayıplarını karşılayabilmelerine rağmen, fakir ailelerin çocuklarının daha fazla eğitim alması için bu tür imkanları olmayabileceği belirtilmektedir. Hükümetlerin Rolü: Metinde, hükümetlerin eğitimi finanse etmeye gücü yetmeyen veya istekli olmayan öğrencilere yardımcı olabilecek çözümler üzerinde durulmaktadır. Federal hükümetin üniversite eğitimini finanse etmeye yardımcı olmak için öğrenci kredi programları geliştirdiği, ancak bu programların eksikliklerine dikkat çekildiği ifade edilmektedir. Doğurganlık ve Ekonomik Büyüme: Metinde, Miletus’un doğurganlık ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki üzerine yaptığı tahminlerin gerçekleşmediği ve hızlı ekonomik büyüme yaşayan kültürlerde doğurganlık oranlarının düştüğüne dair örnekler verilmektedir. Sonuç olarak, insan sermayesi ve aileler arasındaki ilişkinin çocukların yaşamlarını etkilediği ve eğitim, gelir ve doğurganlık üzerinde önemli etkileri olduğu vurgulanmaktadır. Bu tür bilgi ve analizler, toplumsal politikaların şekillendirilmesinde ve çocukların iyi bir geleceğe hazırlanmasında önemli bir rol oynayabilir.

Beşerî Sermaye ve Ekonomik Kalkınma

Beşerî sermaye ve ekonomik kalkınma arasındaki ilişki, ekonomik analizlerde önemli bir konudur. Geçmişte pek çok ülke, kişi başına gelirde sürekli büyümenin uzun dönemlerini deneyimlememiştir. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri gibi diğerleri, geçmiş yüzyıllar boyunca ve daha uzun süre boyunca sürekli büyümüşlerdir. Bu sürekli büyümenin nedeni, bilimsel ve teknik bilginin yayılması ve insan sermayesine yatırım yapılması olarak açıklanabilir. İnsan sermayesi, işgücünün verimliliğini ve üretimde diğer katkıları artırarak ekonomik büyümeyi destekler. Eğitim, teknik okullar ve işyerindeki eğitim, bilgi ve becerilerin artmasını sağlar ve bu da ekonomik büyümeyi tetikler. Eğitimdeki genişlemeler, sürekli gelir artışı yaşayan ülkelerin ortak özelliğidir. İlkokul, lise ve üniversite eğitimine olan erişimin artması, işgücünde nitelikli ve uzmanlaşmış kişilerin sayısını artırarak ekonomik kalkınmaya katkı sağlar. Özellikle Asya ekonomileri (örneğin Japonya ve Tayvan), iyi eğitimli, eğitimli, çalışkan ve sorumluluk sahibi bir işgücüne dayanarak olağanüstü ekonomik performans sergilemiştir. Tarım sektörü de insan sermayesi ile teknoloji arasındaki ilişkinin güçlü bir örneğidir. Geleneksel tarımda eğitimin etkisi sınırlı olsa da, modern tarımda eğitim çiftçilere yeni teknolojileri ve verimli yöntemleri daha hızlı bir şekilde uyarlama fırsatı sunar. Sonuç olarak, insan sermayesi ekonomik büyümeyi tetikleyen ve sürdüren önemli bir faktördür. Eğitim ve teknolojik bilgi, işgücünün becerilerini ve verimliliğini artırarak ekonomik kalkınmaya katkı sağlar. Sürekli büyümeyi sürdürmek isteyen ülkelerin insan sermayesine yatırım yapmaları ve eğitim olanaklarını genişletmeleri kritik bir öneme sahiptir.

SONUÇLAR

İnsan sermayesi analizi, son çeyrek yüzyılda büyük ilerlemeler kaydetmiş ve analitik tekniklerde büyük enerji göstermiştir. Eğitimin, mesleklerin, istihdamın ve işsizliğin hem erkekler hem de kadınlar, çeşitli ırklar ve etnik gruplar üzerindeki etkileri artık geniş bir şekilde bilinmektedir. Aynı şekilde, doğum oranları ile eğitim ve eğitim yatırımları arasındaki ilişki, ailelerin çocuklarının insan sermayesini nasıl etkilediği ve insan sermayesine yapılan yatırımlar ile ekonomik ilerleme arasındaki bağlantılar da iyi anlaşılmaktadır. Bu analiz, iş gücünün kalitesini artırmaya yönelik önerileri değerlendirmenin yanı sıra eğitim, eğitim, tıbbi hizmetler ve çocuk bakımı gibi alanlardaki yatırımları da içermektedir. Ancak asıl amacı, ekonomik ve sosyal dünyamızdaki bazı gizemi çözmektir. İnsan sermayesi, ekonomik büyümeyi etkileyen ve sürdüren kritik bir faktördür. Eğitim ve teknik bilgi, işgücünün verimliliğini artırarak ekonomik kalkınmaya önemli katkılar sağlar. İyi eğitimli ve donanımlı bir işgücü, ülkelerin rekabet gücünü artırır ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlar. Aynı zamanda, insan sermayesi analizi, farklı etnik gruplar ve toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikleri ve fırsat eşitsizliklerini anlamamıza yardımcı olur. Eğitim ve eğitim fırsatlarına erişimin artırılması, sosyal adalet ve toplumsal kalkınma için kritik bir adımdır. Son on yılda Asya ekonomilerinin başarısı, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik performansı nasıl etkileyebileceğine güçlü bir örnek teşkil etmektedir. Bu ülkeler, doğal kaynaklardan yoksun olmalarına rağmen, iyi eğitimli, eğitimli ve sorumluluk sahibi bir işgücü ile hızlı bir şekilde büyümüşlerdir. İnsan sermayesi analizi, ekonomi ve toplumun diğer alanlarını birleştiren çok disiplinli bir yaklaşımdır. Sağlık, eğitim, işgücü piyasası, aile yapıları ve sosyal politikalar arasındaki ilişkileri anlamamıza yardımcı olur. Bu nedenle, insan sermayesi analizine dayalı politika önerileri, sürdürülebilir ve kapsayıcı kalkınma hedeflerine ulaşmada önemli bir rol oynamaktadır. Sonuç olarak, insan sermayesi analizi, ekonomik kalkınma ve sosyal ilerleme için kritik bir araçtır. Eğitim ve beceri düzeylerinin artırılması, toplumun genel refahını ve büyümesini artırabilir. Bu nedenle, insan sermayesine yapılan yatırımların artırılması, gelecekteki başarı ve sürdürülebilirlik için önemlidir.

PARÇA 1

Teorik analiz

İnsan Sermayesine Yatırım:

Kazançlar Üzerindeki Etkiler

İnsan sermayesine yapılan yatırımların önemi ve etkileri üzerine teorik bir analiz yapılmaktadır. Çalışmanın temel amacı, insan sermayesine yapılan yatırımların gelir üzerindeki etkisini tahmin etmektir. İnsan sermayesine yatırımın kısa bir tanımı yapılır ve bu yatırımların genel analizi ele alınır. Analiz, çeşitli deneysel sonuçların bir araya getirilerek insan sermayesine yatırımın genel etkilerini açıklamayı hedefler. Örneğin, kazançların yaşla birlikte arttığı, işsizlik oranlarının beceri düzeyiyle ters ilişkili olduğu ve daha yetenekli kişilerin daha fazla eğitim aldığı gibi sonuçlara dikkat çekilir. Ayrıca, iş içi eğitimin önemi vurgulanır ve sağlık gibi diğer yatırımların da kazançlar üzerinde etkili olduğu belirtilir. İşletmelerin, çalışanların sağlığına ve yeteneklerine yatırım yapmalarının, üretkenliklerini artırarak uzun vadede kazançlarını artırabileceği ifade edilir. Aynı şekilde, işverenlerin çalışanlarının motivasyonunu artırarak ve yatırımlarını destekleyerek verimliliklerini artırmalarının önemi vurgulanır. Ayrıca, insan sermayesine yapılan yatırımların getiri oranı ve maliyetleri arasındaki ilişkilerin matematiksel olarak incelenmesi de yer alır. Yatırımın süresi ve miktarının hesaplamalara nasıl dahil edilebileceği ele alınır. Sonuç olarak, insan sermayesine yapılan yatırımların, ekonomik getirileri ve üretkenlik üzerinde büyük etkileri olduğu vurgulanır. Bu analiz, insan sermayesine yapılan yatırımların geniş bir bakış açısıyla ele alınmasının önemini ve kazançlar üzerindeki farklı etkenleri anlama çabalarını yansıtır.

Yatırım maliyetlerinin ve getiri oranlarının net kazançlar üzerinden tahmin edilebileceği konusunda ayrıntılı bir tartışma sunmaktadır. İnsan sermayesine yapılan yatırımların getirisinin diğer kazançlardan ayrıştırılamadığı belirtilirken, öğrenmenin insan sermayesine yapılan bir yatırım olarak diğer yatırımlarla aynı şekilde ele alınması gerektiği ifade ediliyor. Metinde, yatırımın doğru bir şekilde maliyetlendirilmesinin zorlukları ve özellikle içsel getiri oranı ve maliyetlerin hesaplanmasıyla ilgili yöntemler tartışılıyor. Yatırımın maliyeti, vazgeçilen kazançlar olarak tanımlanır ve net kazançlar üzerinden elde edilen getiri oranlarına dayalı olarak tahmin edilir. Aynı zamanda, yatırımların farklı dönemlerde yapılabileceği ve bu durumun getiri oranlarına etki edebileceği vurgulanıyor. Özellikle, öğrenmenin ve diğer yatırımların zaman içindeki farklılık ve etkileşimi ele alınıyor. Metin, ekonomik terimler ve matematiksel ifadeler içermektedir. Eğer bu kavramları daha iyi anlamak istiyorsanız, ekonomi ve finans konularına aşina olmanız ve metni daha ayrıntılı olarak incelemeniz önerilir. Sonuç olarak, metin, yatırım ve getiri oranları konusundaki karmaşık ilişkileri açıklamaya çalışmaktadır ve özellikle insan sermayesine yapılan yatırımların diğer yatırımlarla benzer şekilde ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

İnsan sermayesine yapılan yatırımların ekonomiye etkileri ve bu yatırımların nasıl yapıldığına dair bir açıklama sunulmaktadır. Becker’in insan sermayesine yatırım konusundaki çalışmalarına odaklanılmıştır. Becker, insan sermayesine yapılan yatırımın üçüncü bir kategori olduğunu ve eğitim gibi faaliyetlerle gerçekleştirildiğini belirtir. İnsan sermayesinin artış hızının, üretim hızı ve değer kaybı arasındaki farka bağlı olduğunu ifade eder. Metinde, üretim fonksiyonlarının yaşa bağlı olarak değiştiği ve verimliliğin yaşla birlikte artıp azaldığı varsayımı üzerinde durulmaktadır. İnsan sermayesine yapılan yatırımın marjinal maliyetinin gelecekteki getirilerin şimdiki değeriyle dengelendiği bir denge koşuluna dikkat çekilir. Ayrıca, ücret oranının ve verimlilik değişikliklerinin tüketim sürelerini ve mal yoğunluğunu nasıl etkilediği üzerine grafikler ve matematiksel denklemlerle açıklamalar yapılmıştır. Sonuç olarak, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik etkileri, zamanın, ücret oranlarının ve verimliliğin rol oynadığı karmaşık bir ilişkiye dayanmaktadır. Becker’in çalışmaları, insan sermayesinin ekonomik değeri ve bireylerin yatırım kararları üzerinde önemli bir rol oynamış ve ekonomi literatürüne katkı sağlamıştır.

Beşerî Sermaye ve Üretim

İnsan sermayesinin ekonomik etkilerine odaklanılmaktadır ve insan sermayesinin sadece pazar yerindeki zamanın verimliliğini değiştirmediği, aynı zamanda ev halkı tüketimini ve üretimini de etkileyebileceği ifade edilmektedir. İnsan sermayesine yapılan yatırımların, ev halkının üretim fonksiyonlarını değiştirebileceği düşünülmektedir. Bu durumda, insan sermayesinin ev halkının üretimini etkileyen marjinal etkileri olduğu belirtilir ve zaman ve malzeme kombinasyonunun optimal dağılımının, ücret oranlarının ve diğer değişkenlerin şekline ve büyüklüğüne bağlı olarak değişebileceği vurgulanır. İnsan sermayesinin tüketim üzerindeki etkilerine dair sonuçlar da tartışılmaktadır. İnsan sermayesine yapılan yatırımların toplam faydayı artırdığı ve her yaşta daha fazla zaman yatırımı yapıldığı ifade edilir. Aynı zamanda, tüketimdeki verimlilik ve ücret oranlarının birlikte yükselip düşebileceği, bu değişikliklerin insan sermayesinin stokundaki değişikliklerin sonucu olacağı belirtilir. Sonuç olarak, insan sermayesi ekonomide önemli bir role sahiptir ve yatırımların ekonomiye etkilerini anlamak için tüketim ve üretim üzerindeki etkileri de göz önünde bulundurmak önemlidir. Ancak, insan sermayesinin faydalarını ölçmek ve nitelendirmek gibi zorluklar bulunduğundan, insan sermayesinin etkilerini tam olarak ölçmek ve anlamak için daha fazla çalışma gerekmektedir.

Analiz Bazı Uzantılar

Analizin bazı genişletmeleri ve gerçek hayata daha uygun hale getirilmesi üzerinde durulmaktadır. İlk olarak, ücret oranlarının insan sermayesi etkileri dışında sabit olduğu varsayımının gerçekçi olmadığı belirtilir. Bunun yerine, çalışan kişilerin ücret oranları ile çalışma saatleri arasında ilişki olduğu düşünülür ve bu etkinin analize dahil edilebileceği ifade edilir. Ayrıca, birden fazla malın göz önünde bulundurulması daha gerçekçi olacaktır. Her bir malın kendi üretim fonksiyonuna ve malzeme ile zaman girişlerine sahip olduğu düşünülerek, ücret oranlarının yüksek olduğu durumlarda, malzeme yoğunluğunun arttığı ve zaman yoğunluğunun azaldığı sonucuna vurgu yapılır. Bu durumda, yaşa bağlı tüketim desenlerinin daha da belirginleşeceği ifade edilir. İnsan sermayesinin birikiminin insan sermayesini üretmek için kullanılan üretim fonksiyonunu da değiştirebileceği düşünülür. Daha fazla insan sermayesine sahip yatırımcıların daha verimli olmalarının muhtemel olduğu ifade edilir ve bu durumun yaşla birlikte yatırılan miktarın azalma eğilimini yavaşlatabileceği belirtilir. Son olarak, aile bağlamında kararların birbirleriyle etkileşim içinde ele alınması gerektiği vurgulanır. Eşlerin ücret oranlarının, eşlerinden daha istikrarlı olduğu durumda, evli kadınların çalışma gücüne katılımının yaşa göre farklılık göstereceği öngörülür ve bu analizin gerçek hayatta gözlemlenen duruma uygun olduğu ifade edilir. Benzer şekilde, evli kadınların tüketimdeki üretkenliklerinin yaşa göre farklılık göstereceği düşünülür. Sonuç olarak, bu genişletmelerin ve ek düşüncelerin, analizin daha gerçekçi ve kapsamlı sonuçlar elde etmesine yardımcı olduğu ifade edilir. Ancak, her bir genişletmenin kendine özgü zorlukları ve karmaşıklıkları bulunmaktadır, bu nedenle gelecekteki çalışmalarda bu faktörlerin daha detaylı şekilde ele alınması önemlidir.

Deneysel Analiz

Deneysel analizi, 1960 Sayımından elde edilen verileri kullanarak yapılmıştır. Veriler, yaş, cinsiyet, ırk ve eğitim düzeyine göre çapraz sınıflandırılmış olan kazançlar, çalışma saatleri ve haftalık çalışma sürelerini içeren 1/1000 örneklem verilerini içermektedir. Analizler, modelin öngördüğü bazı sonuçların gerçek dünya verileriyle uyumlu olduğunu göstermektedir. Modelin temel amacı, insan sermayesinin ekonomi üzerindeki etkilerini anlamaktır. İnsan sermayesi, eğitim ve diğer becerilerin kazanılması yoluyla artan verimliliği ifade eder. Bu analizde, insan sermayesinin üretimdeki rolü ve tüketim davranışları üzerindeki etkileri incelenmiştir. Analizdeki temel denklemler, ekonomik davranışı matematiksel olarak temsil eden bir model içermektedir. Bu denklemler, üretim fonksiyonları, fayda fonksiyonları ve optimallik koşullarını içerir. Model, insan sermayesine yatırımın ekonomik kararlar üzerindeki etkilerini ele alarak, insan sermayesinin ekonomiye etkisini anlamak için kullanılmıştır. Deneysel analiz, modelin gerçek dünya verileriyle uyumlu olduğunu göstermektedir. Bu, modelin insan sermayesi yatırımlarının çalışma saatleri, ücret oranları ve tüketim davranışları üzerindeki etkilerini doğru bir şekilde tahmin ettiğini gösterir. Verilerle yapılan analiz, modelin insan sermayesine yatırımın ekonomiye etkisini anlamada yararlı bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, analizin bazı sınırlamaları da vardır. Modelin varsayımları gerçek dünyayla tam olarak örtüşmeyebilir ve bu nedenle bazı gerçeklikten uzak sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, sadece 1960 Sayımından elde edilen verilerin kullanılması, sonuçların genelleştirilmesini sınırlayabilir. Sonuç olarak, bu deneysel analiz, insan sermayesi yatırımlarının ekonomi üzerindeki etkisini anlamada kullanılan modelin gerçek dünya verileriyle uyumlu olduğunu göstermektedir. Ancak, daha kapsamlı ve çeşitli veri setleri ile yapılan gelecekteki çalışmalar, modelin genel geçerliliğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

2. Yatırım Teşviki Dönem Sayısı

İnsan kaynaklarındaki etkinlik ve miktar artışlarının, fiziksel kaynakları iyileştirme teşvikiyle benzer şekilde, yani getiri beklentilerinden kaynaklanan sistematik tepkiler veya “yatırımlar” olarak yorumlanabileceğini göstermeye çalışmaktadır. İnsan sermayesine yapılan yatırımların ekonomi üzerinde önemli etkileri olduğunu vurgulamakta ve bu yaklaşımın birçok olguyu açıklamada etkili ve basit bir araç olduğunu belirtmektedir. Analiz, yaşam aktivitelerinin ömrünün artmasının, yatırım teşvikini etkileyerek yatırım yapılan herhangi bir dönemdeki getiri oranını artırabileceğini açıklamaktadır. Genç insanların daha uzun yıllar boyunca getiri elde etme kabiliyetinin, içsel getiri oranının yaşla birlikte azalsa bile, insan sermayesine yatırım yapma konusunda daha büyük bir teşvik sağlayacağına vurgu yapmaktadır. Aynı şekilde, genç insanların öğrenmeye ve yeni fikirleri özümsemeye daha yatkın olduğu için eğitim ve beceri geliştirme yatırımlarına daha fazla teşvikleri olduğunu belirtir. Yaşa bağlı olarak yatırım yapmanın, içsel getiri oranı bakımından ciddi şekilde yanıltıcı olabileceğini ve bu nedenle yatırım yapma teşvikinin yaşla birlikte artabileceğini açıklar. Analiz, piyasa büyüklüğünün becerilere yatırım yapma teşvikine etkisine de dikkat çekmektedir. Piyasa büyüdükçe, becerilere yatırım yapma teşvikinin arttığını ve uzmanlaşmanın daha fazla teşvik edildiğini belirtir. Ücret farklılıkları ve uzun süreli değişikliklerin analizine göre, içsel getiri oranı zaman başına getiri ile yatırım maliyeti oranına bağlıdır. Ücret oranları ve farkları arasında önemli farklar olduğunu ve her ikisinin de insan sermayesine yatırım yapma teşvikini farklı yollarla etkileyebileceğini açıklar. Sonuç olarak, bu analiz insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik davranışlar ve ücret farkları üzerindeki etkilerini açıklamak için yatırım yaklaşımını kullanmaktadır. Bu yaklaşım, insan sermayesi yatırımlarının ekonomi üzerindeki önemini ve getiri oranları, yaşam süresi ve diğer faktörlerin yatırım teşvikine etkisini anlamak için önemli bir araç olarak görülmektedir.

Son seksen yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nde ücret oranlarının daralmasının, nitelikli işgücü arzının artmasıyla paralel gitmesini ve bu ilişkinin genellikle artan beceri arzının (özgür eğitimin yaygınlaşması veya gelir düzeylerinin yükselmesi gibi) beceriye dönüşen etkisiyle açıklanan alternatif bir yorumu sunmaktadır. Bu analize göre, eğitimin yaygınlaşması ve diğer insan sermayesi yatırımlarındaki artışın, büyük ölçüde teknolojik ilerlemenin etkisiyle tetiklendiği ifade edilmektedir. Ücret farkları ve maliyetlerle ölçülen getiri üzerindeki etkileri düşünüldüğünde, ücret oranlarında seküler bir düşüşün, ortalama ücretlerin arttığı bir ortamda, seküler bir reel ücret farklarında artışla tutarlı olabileceği vurgulanmaktadır. Ayrıca, yatırım kararlarının insan sermayesine yapılan yatırımlar için risksiz varlıkların faiz oranıyla ve yatırımla ilişkili likidite ve risk primleri toplamından büyük olduğu durumlarda yapıldığı belirtilmektedir. İnsan sermayesi, likidite açısından çok az bir varlık olduğu için pozitif likidite primi ile ilişkilendirilir ve insan sermayesine yapılan yatırımların geri dönüşünün belirsizlik nedeniyle değişkenlik gösterdiği ifade edilmektedir. İnsan sermayesine yapılan yatırımların geri dönüşünü toplamak için uzun zaman gerektiğine dikkat çekilir ve bu da mevcut bilgi miktarını azaltır. Analiz, sermaye piyasalarının zorlukları nedeniyle insan sermayesine yatırım yapmanın borç almanın zor olduğu, iç finansmanın yaygın olduğu, daha zengin ailelerin daha fazla yatırım yapma eğiliminde olduğu ve bazı insan sermayesi yatırımlarının finansmanının daha kolay elde edilebildiği belirtilmektedir. Sonuç olarak, analiz, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik ilerlemelerin ve sermaye piyasalarının etkileriyle ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Yatırımların finansmanı, riskler, belirsizlikler ve becerilere göre farklılık gösterebilir ve bu faktörler, insan sermayesine yapılan yatırımların getiri ve tercih edilme düzeylerini etkileyebilir. Bu nedenle, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomi üzerindeki etkilerini anlamak için tüm bu faktörlerin dikkate alınması önemlidir.

İnsan sermayesine yapılan yatırımları finanse etmek için sermaye piyasasının kullanımının zor olduğu kesinlikle doğrudur, ancak aynı değerdeki fiziksel sermaye yatırımlarının çok daha kolay finanse edilebileceği konusunda bazı şüpheler vardır. Örneğin, kendi işini kurmak için ekipmanlara belirli bir miktar yatırım yapmak isteyen on sekiz yaşındaki bir kişinin “orta düzeyde” bir faiz oranıyla tüm miktarı ödünç alma şansı ne kadar olurdu? Çok az, düşünüyorum, çünkü henüz denenmemiş olacak ve yüksek borç-öz kaynak oranına sahip olacak; ayrıca, ekipmanları tarafından sağlanan teminat muhtemelen çok eksik olacaktır. O da ya yüksek faiz oranlarıyla ödünç almak zorunda kalır ya da kendi finansmanını yapar. İnsan sermayesi yatırımlarının finansman güçlükleri genellikle insan sermayesinin özel özellikleri ile ilişkilendirilse de, büyük ölçüde fiziksel sermaye yatırımlarında da aynı güçlükler görülmektedir. Sıkça karşılaşılan bir tema, genç kişilerin özellikle kendi yeteneklerini ve mevcut yatırım fırsatlarını bilgisizce değerlendirmeye eğilimli olduğudur. Bu durumda, insan sermayesi yatırımcıları, daha genç oldukları için, fırsatlarından daha az haberdar olacak ve bu nedenle maddi sermaye yatırımcılarından daha fazla hata yapma olasılığına sahip olacaktır. Daha önce belirttiğim gibi, insan sermayesi yatırımcıları daha genç oldukları kısmen yatırım yapmayı ertelemenin maliyetinden kaynaklanmaktadır. Getiri ve alternatifler hakkında ek bilgi edinme arzusu, herhangi bir riskli yatırımı ertelememe teşvik ederken, insan sermayesi yatırımını ertelemenin maliyeti daha yüksek olduğundan, insan sermayesi yatırımı daha erken ve muhtemelen daha az bilgi ile yapılır. Bu nedenle, insan sermayesi yatırımcıları yaşları nedeniyle daha az bilgiye sahip olabilirler; aksine, her ikisi de yatırımı ertelememe teşvikinin ortak bir sonucu olabilir. Örneklediğimiz on sekiz yaşındaki kişi, makine alımını finanse edemese bile, itibarı ve öz kaynağı yeterli olacak şekilde yatırımı birkaç yıl erteleyebilir ve borç almak için gerekli olan “kişisel” teminatı sağlayabilir. Finansman, yatırımcılar için daha zorlu bir engel olabilir, çünkü insan sermayesi yatırımcıları yatırımı kolayca erteleyemezler. Belki de bu, ekonomistlerin insan sermayesi yatırımlarını tartışırken sermaye piyasası kusurlarına vurgu yapma eğilimlerinin nedenidir. Kazançlar, daha yetenekli ve eğitimli bireyler arasında daha yüksek olma eğilimindedir ve bu da daha dik yaş-kazanç profillerine yol açar. Bunun nedeni, genç yaşlarda beşerî sermayeye yapılan yatırımın o zaman gözlenen kazançları azaltması ve ileri yaşlarda artırması, böylece yaş-kazanç profilini daha dik ve daha içbükey hale getirmesidir. Uluslararası ticaret teorisindeki bulgular, Amerika Birleşik Devletleri’nin fiziki sermaye bakımından nispeten bol olmasına rağmen, nispeten emek-yoğun malları ihraç ettiğini ve sermaye-yoğun malları ithal ettiğini göstermektedir. Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nin de nispeten bol bir beşerî sermaye arzına sahip olduğu gerçeğiyle açıklanabilir. İhracat endüstrileri, daha vasıflı veya daha sağlıklı işçi çalıştırdıkları için ithalatla rekabet eden endüstrilerden daha yüksek ücretler ödeyebilir. Sermaye ve işgücü arasındaki ikame esnekliğini tahmin etmeye çalışan araştırmalar, daha yüksek ücretlere ve daha fazla fiziki sermayeye sahip ülkelerin, eyaletlerin veya dönemlerin de önemli miktarda beşerî sermayeye sahip olma eğiliminde olduğunu göstermiştir. Bu korelasyon, nispi faktör arzı ile emtia fiyatları arasındaki ilişkiyi ve ayrıca faktör oranlarının ücretler üzerindeki etkisini gizleyebilir. Yüksek ücretler, yalnızca fiziki sermayeden ziyade, öncelikle beşerî sermayenin varlığından etkilenebilir. Ortalama kazançtaki laik bir artış, genellikle teknolojik bilgideki gelişmelere ve kazanan başına artan fiziksel sermayeye atfedilir. Bu geleneksel açıklama, ortalama kazananın, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunan girişimcilerin, yatırımcıların ve diğer bireylerin çabalarından dolaylı olarak yararlandığını öne sürüyor. Ancak son yıllarda alternatif bir açıklama ortaya çıktı. Bu daha yeni bakış açısı, ortalama kazançlardaki artışın, bireylerin kendilerine yapılan doğrudan yatırımlara da atfedilebileceğini öne sürüyor. Yalnızca dış ekonomik faaliyetlerden faydalanmak yerine, ortalama kazanan kendi beşerî sermayesine yatırım yaparak kalkınmanın yönlendirilmesinde aktif bir katılımcı haline gelir. Özünde, bu alternatif bakış açısı, ekonomik ilerlemeyi şekillendirmede ve ortalama kazançlardaki genel artışa katkıda bulunmada beşerî sermaye yatırımının kritik rolünü vurgulamaktadır. Bireyler, kendi becerilerine, eğitimlerine ve sağlıklarına yatırım yaparak ekonomiye daha üretken ve değerli katkı sağlayanlar haline gelir ve zamanla daha yüksek kazançlara yol açar.

İnsan sermayesine vurgu yapmanın kazançlardaki farklılıkları açıklamada önemli bir rol oynadığını belirtiyor. İnsan sermayesine yapılan yatırımın, ekonomik başarı ve kazançlar arasında bir bağlantı kurduğu ve yetenekleri değerlendirmek için kullanılan geleneksel ölçümlerin ekonomik başarı için önemli olan kişilik özelliklerini tam olarak yansıtmayabileceği ifade ediliyor. Bu analize göre, insan sermayesine yapılan yatırımlar, kişilerin kendi kazanç potansiyellerini artırmalarına ve ekonomik başarıya ulaşmalarına yardımcı olabilir. Yetenekler ve insan sermayesine yapılan yatırımlar arasında pozitif bir ilişki olduğu belirtiliyor ve daha yetenekli bireylerin daha fazla insan sermayesine yatırım yapma eğiliminde olduğu ifade ediliyor. Ancak, analizde, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik başarı üzerindeki etkisini anlamak için diğer faktörlerin etkilerinin de dikkate alınması gerektiği vurgulanıyor. Örneğin, eğitim, sağlık ve diğer çevresel faktörler, kazançları belirlemedeki rolünü oynamaktadır. Sonuç olarak, insan sermayesine yapılan yatırımların, kazançlardaki farklılıkları açıklamada önemli bir faktör olduğu ve bu alandaki araştırmaların ekonomik başarı ve gelir dağılımı üzerinde daha iyi bir anlayış sağlayabileceği belirtiliyor. Ancak, bu analizde de belirtildiği gibi, kazançlardaki eğim ve dağılımı etkileyen diğer faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır.

İnsan sermayesine yapılan yatırımların kazanç dağılımı üzerindeki etkisi ve yetenek dağılımı ile kazanç dağılımı arasındaki ilişki inceleniyor. Analiz, herkesin insan sermayesine aynı miktarda yatırım yaptığı bir senaryoyu ele alıyor ve bu durumda kazanç dağılımının yetenek dağılımı ile tamamen aynı olacağını belirtiyor. Ancak, gerçek dünyada yetenek ve yatırım miktarlarının farklı olduğu düşünülürse, kazanç dağılımının eğimli olabileceği ifade ediliyor. Bu durumda, daha yetenekli kişilerin daha fazla yatırım yapma eğiliminde olduğu ve bu nedenle yetenek ve yatırım arasında pozitif bir korelasyon olabileceği belirtiliyor. Analiz, insan sermayesine yapılan yatırımların kazançlardaki eğim üzerindeki etkisini açıklamak için bir model sunuyor. Yatırım maliyetlerinin ne kadar küçük olduğuna bağlı olarak, kazançların daha çok yetenekli kategorilerde daha eğimli olma eğiliminde olduğunu ifade ediyor. Bu analizde, insan sermayesine yapılan yatırımların kazanç dağılımı üzerindeki etkisini anlamak için ekonomik teşvikleri ve farklı yaş gruplarının rolünü de ele almak gerektiği vurgulanıyor. Eğitim yatırımlarının ve insan sermayesine yapılan yatırımların gelir dağılımı üzerindeki etkilerini anlamak için daha fazla deneysel analiz gerektiği ifade ediliyor. Sonuç olarak, insan sermayesine yapılan yatırımların kazanç dağılımı üzerindeki etkisi ve yetenek ile kazanç arasındaki ilişki ekonomik teşvikleri ve farklı yaş gruplarını içeren kapsamlı bir analiz gerektirmektedir. Bu tür analizler, gelir dağılımındaki eşitsizliği anlamak ve ekonomik politikaları şekillendirmek için önemli bilgiler sağlayabilir. Ancak mevcut veri tabanında eksiklikler olduğu da ifade ediliyor ve daha fazla araştırma yapılması gerektiği belirtiliyor.

İnsan sermayesine yapılan yatırımların bölgesel farklılıklar ve eğitim düzeyi ile kazançlar arasındaki ilişki üzerindeki etkisi inceleniyor. Analizde, Amerika Birleşik Devletleri’nde Güney ve Güney olmayan bölgeler arasında eğitim ve kazançlar arasında önemli farklar olduğu belirtiliyor. Güney’deki eğitim dağılımının daha büyük eşitsizlik gösterdiği ve buna bağlı olarak eğitim düzeyinin kazançlar üzerinde daha büyük bir etkisi olduğu ifade ediliyor. Bölgesel farklılıkların, eğitim fırsatlarındaki eşitsizliklerden kaynaklanabileceği ve bunun da kazançlardaki eşitsizliği artırabileceği vurgulanıyor. Analiz aynı zamanda, kazançlar üzerinde etkisi olabilecek diğer faktörleri de göz önünde bulunduruyor. Kazançların “artık” eşitsizliğinin, yani şans ve yetenek dağılımlarının etkisini de ele alıyor. Eğitim ve diğer insan sermayesi yatırımları ile artık gelir arasındaki korelasyonların, kazançlardaki eşitsizliği nasıl etkileyebileceği üzerinde duruyor. Analiz, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki farklı bölgeler ve birkaç ülke için benzer regresyonlar yapılarak sonuçların güçlü bir şekilde doğrulandığını belirtiyor. Daha fazla gelir eşitsizliğine sahip bölgelerde, daha yüksek getiri oranları ve daha büyük eğitim eşitsizlikleri olduğu gözleniyor. Daha yoksul ülkelerin ise düşük ortalama eğitim süreleri ve daha büyük gelir eşitsizlikleri gibi eğilimleri olduğu ifade ediliyor. Sonuç olarak, bölgesel farklılıkların insan sermayesine yapılan yatırımların kazançlar üzerindeki etkisini ve eğitim düzeyi ile gelir arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediğini anlamak için deneysel analizler yapılması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca, kazançlardaki eşitsizliğin, eğitim ve insan sermayesi yatırımları dışında diğer faktörlerden de etkilendiği vurgulanıyor.

ÖNSÖZ: İnsan Sermayesi ve Kişisel Gelir Dağılımı:

İnsan Sermayesi ve Kişisel Gelir Dağılımı: Analitik Bir Yaklaşım” başlıklı bir makalenin önsözüne aittir. Metin, gelir dağılımı konusundaki ekonomistler arasındaki ilgiyi ve geçmişteki çalışmaların insan sermayesine yatırımın rolünü eksik bıraktığını vurgulamaktadır. Yazar, insan sermayesine yatırımı vurgulayan bir gelir dağılımı teorisi geliştirerek gerçek farkları açıklamak için kullanışlı bir çerçevenin oluşturulabileceğini düşünmektedir. Makalenin temel teorisi, bir kişinin insan sermayesine ne kadar yatırım yapacağını belirleyen faktörleri ortaya koymakta ve kazançlar, yatırımlar ve getiri oranları arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır. İkinci bölüm, kişiler arasındaki farklara odaklanarak kazançların ve yatırımların dağılımlarının nasıl belirlendiğini göstermektedir. Ayrıca, makalede fırsat eşitliği, insan sermayesi için daha verimli piyasa, testler ve yasaların kazanç dağılımına etkileri gibi konular da ele alınmaktadır. Mülkiyet geliri dağılımı ve miras yoluyla gelirin dağılımı da incelenerek insan sermayesine yapılan yatırımın gelir dağılımındaki etkisi vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, makale, insan sermayesine yapılan yatırımların gelir dağılımına etkisi ve ekonomistlerin gelir dağılımı konusundaki çalışmalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak, teorinin deneysel olarak test edilmediği ve daha fazla nicel veri ve testlere ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir.

İnsan sermayesine optimal yatırıma ilişkin bir modelin açıklamalarını içermektedir. Metinde, insan sermayesine yapılan yatırımların gelire olan etkisi ve yatırımların zaman içinde nasıl arttığı veya azaldığı gibi konular ele alınmaktadır. Makalenin ana düşüncesi, insan sermayesine yapılan yatırımın toplam getirileri ve maliyetleri dikkate alarak kişinin net gelirini belirlediğidir. İnsan sermayesine yapılan yatırımların getiri oranları ve maliyetleri yaşa bağlı olarak değişebilir ve zaman içinde birikirken marjinal getiriler azalabilir. Metinde, insan sermayesinin homojen olduğu varsayımı yapılır, yani birimler arasında mükemmel ikame edilebilirlik olduğu düşünülür. İnsan sermayesinin gömülü olduğu ve yatırımcının kendi zamanının önemli olduğu belirtilir. Bu nedenle, insan sermayesine yapılan yatırımların zamanla artan maliyetlere yol açabileceği ifade edilir. Makalede, insan sermayesine yapılan yatırımların talep ve arz eğrileri de tartışılır. Talep eğrisi, parasal ve psikolojik faydaların toplamını yansıtırken, arz eğrisi sermayenin finansmanındaki marjinal maliyeti gösterir. İnsan sermayesinin bölümlenmiş olması ve farklı kaynaklardan yatırım yapmanın maliyet farkı nedeniyle arz eğrisinin pozitif eğimli olduğu belirtilir. Bu metin, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomik davranış ve gelir dağılımı üzerindeki etkilerine ilişkin bir analiz sunmaktadır. Ancak, detaylı matematiksel ve nicel analizlerin yer almadığı ifade edilmektedir.

İnsan sermayesine yapılan yatırımların zaman içinde yayıldığı ve finansman maliyetlerinin birikim hızına bağlı olarak değişebileceği belirtilmektedir. Rasyonel karar vermenin, faydaların ve finansman maliyetlerinin gelecek değerini maksimize etmek olduğu ifade edilir. Ayrıca, insan sermayesi yatırımlarının talep ve arz eğrilerine bağlı olarak belirlendiği ve herkes için aynı talep koşullarının geçerli olduğu varsayımı yapılır. Bu makalede sunulan gelir dağılımı analizi, insan sermayesi yatırımlarının farklı kişiler arasında nasıl değişebileceğini gösterir. Özellikle, insan sermayesine olan talep ve arz koşullarındaki farklılıkların, yatırımların ve kazançların dağılımında önemli rol oynadığı ifade edilir. Eşitlikçi yaklaşıma geçilmeden önce, özel durumlardan bahsedilir ve çevresel farkların insan sermayesi yatırımlarını ve kazançları nasıl etkileyebileceği açıklanır. Bu metinde, insan sermayesi birikimi ve gelir dağılımı üzerine bazı teorik çıkarımlar yapılmaktadır. Ancak, özellikle irrasyonellik, belirsizlik ve gerçek dünyadaki karmaşık etkileşimler gibi unsurları içermeyen basit bir modelin sınırlamaları da vurgulanmaktadır.

İnsan sermayesine yapılan yatırımların zaman içinde yayıldığı ve bu birikim sürecinin finansman maliyetlerine bağlı olarak değişebileceği belirtilmektedir. Rasyonel karar vermenin, gelecekte elde edilecek faydaların ve finansman maliyetlerinin şimdiki değerini maksimize etmek olduğu ifade edilmektedir. İnsan sermayesi yatırımlarının talep ve arz eğrilerine bağlı olarak belirlendiği ve herkes için aynı talep koşullarının geçerli olduğu varsayımı yapılmaktadır. Makalede sunulan gelir dağılımı analizi, insan sermayesi yatırımlarının farklı kişiler arasında nasıl değişebileceğini göstermektedir. Özellikle, insan sermayesine olan talep ve arz koşullarındaki farklılıkların, yatırımların ve kazançların dağılımında önemli bir rol oynadığı ifade edilmektedir. Ancak, metinde belirtilen modelin sınırlamaları da vurgulanarak, gerçek dünyadaki unsurların (örneğin irrasyonellik, belirsizlik ve karmaşık etkileşimler) dikkate alınmamasının eksiklik olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak, makale insan sermayesi birikimi ve gelir dağılımı üzerine teorik çıkarımlar sunmaktadır ancak gerçek dünyanın karmaşıklığına dair daha kapsamlı bir modele ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır.

Kazançlar ve sermaye yatırımlarının dağılımının arz ve talep eğrilerinin eşitsiz ve çarpık olduğu durumlarda da eşitsiz ve çarpık olabileceği belirtilmektedir. “Eşitlikçi” ve “elit” yaklaşımların, bu eşitsizlik ve çarpıklığın temel nedenlerine farklı açıklamalar sunduğu ifade edilir. “Eşitlikçi” yaklaşım, kazançlardaki eşitsizliğin, fırsatlar arasındaki eşitsizliklerden kaynaklandığını öne sürerken, “elit” yaklaşımı, kapasiteler arasındaki farklılıkların kazançlardaki farklılıkları açıkladığını ima eder. Genel olarak, kazançların ve yatırımların dağılımı, arz ve talep eğrilerinin esneklikleri ve aralarındaki korelasyon gibi faktörlere bağlı olarak karmaşık hale gelebilir. Fırsatlar ve kapasiteler arasındaki negatif korelasyonun önemli sonuçlar doğurduğu, özellikle kazançlardaki eşitsizlikleri açıklamada önemli bir etken olduğu belirtilir. Son olarak, aile geçmişi ve eğitimin kazançlar üzerindeki etkilerini anlamak ve ayırmak için arz ve talep koşullarındaki etkileşimin önemli olduğu vurgulanır. Bu etkileşimin göz ardı edilmesinin, kazançlar üzerindeki bağımsız etkileri tahmin etmeyi amaçlayan çalışmalarda hatalı sonuçlara yol açabileceği belirtilir.

İnsan sermayesi yatırımlarının kazançlar üzerindeki etkisini doğru bir şekilde tahmin etmek için beşerî sermaye seviyeleri ve geçmiş arasındaki etkileşimin önemine vurgu yapılmaktadır. Aynı geçmişe sahip olsalar bile bireylerin farklı kazançlara sahip olmasının nedeni, farklı kazanma kapasitelerine sahip olmaları ve beşerî sermayeye farklı miktarlarda yatırım yapmalarıdır. Eş zamanlı denklem modelleri, beşerî sermayenin kazançlar üzerindeki etkisini daha doğru bir şekilde anlamak için kullanılabilir, ancak bu modellerin oluşturulmasının karmaşık olabileceği belirtilir. Özellikle insan sermayesi birikimi, talep eğrileri, finansman maliyetleri ve kesinti koşulları gibi birçok değişkenin birlikte dikkate alınması gerekebilir. Ayrıca, kazançlardaki eşitsizliğin yaşa göre artabileceği belirtilir. Bu durum, farklı kazanç potansiyeline ve fırsatlara sahip bireylerin, yatırım dönemleri boyunca kazançlarının birikmiş kazançlardan farklılık gösterebileceği için yaşla birlikte artabileceği anlamına gelir. Ancak, yatırım dönemlerindeki kazançların yatırım maliyetlerini içerdiği ve düşme miktarlarının değişkenlik gösterebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Son olarak, insan sermayesi yatırımlarındaki karların, sadece kazançlarla değil aynı zamanda geri ödeme maliyetleriyle de belirlendiği belirtilir. Karların dağılımı, kazançlardan daha az veya daha fazla eşit olma zorunluluğu taşımaz ve bu durum talep ve arz eğrileri ile onların esneklikleriyle ilişkilidir.

Fırsatları eşitlemeyi hedefleyen politikalarla “objektif” seçim politikaları ve zorunlu asgari yatırımlar politikaları ele alınmaktadır. “Objektif” seçim politikaları, özel sınavlar veya diğer standartlara göre yüksek derecede sübvanse edilen okullara veya diğer yatırım kurumlarına kabulü kısıtlamayı amaçlar. Bu tür politikalar, kapasiteler arasındaki farklar önemliyse ve eşit fırsat mümkün değilse daha savunulabilir görünmektedir. Ancak, bu tür politikalar, arz ve talep koşulları arasındaki pozitif korelasyonu artırabilir ve sonuçta gelirlerde ve yatırımlarda daha büyük eşitsizlikler yaratabilir. Zorunlu asgari yatırımlar politikaları ise hemen hemen her ülkede mevcuttur ve insan sermayesine minimum yatırım yapmayı gerektiren yasal düzenlemelerdir. Egaleler yaklaşıma göre, bu tür politikalar eşitsizliği azaltmaya yardımcı olabilir, çünkü daha fakir ve cömert olmayan ebeveynler, çocuklarına daha fazla yatırım yapmaya zorlanır ve böylece fırsatları ve kazançları iyileştirir. Ancak “elit” yaklaşımda, kapasiteler arasındaki farklar daha önemli kabul edildiğinden, bu tür politikaların etkili olması pek olası değildir. Zorunlu asgari yatırımlar politikaları, asgari standartlar uygulandığında yatırımların dağılımının değişebileceği ve eşitsizliği azaltabileceği belirtilir. Bu politikalar, yoksulluğun ve cimriliğin etkilerini dengelemeyi amaçlar ve teorik olarak insan sermayesine gönüllü yatırımın etkinliğini artırabilir. Ancak, insan sermayesine yönelik desteklerin kapsamı ve maliyetleri de önemlidir. Eğer tüm maliyetler, kazanılanların da dahil olduğu tüm maliyetleri kapsarsa, istenen yaşa kadar neredeyse tüm çocukların okula devam edeceği ifade edilir. Sonuç olarak, fırsatları eşitlemeyi hedefleyen politikaların, arz ve talep koşullarının ve gelirlerin dağılımındaki eşitsizliğin üzerinde farklı etkileri olabileceği ve politikaların seçileceği ülkenin özelliklerine ve tercihlere bağlı olarak değişebileceği vurgulanır.

Sermaye piyasasındaki iyileştirmeler, piyasadaki segmentasyonun azaltılması yoluyla farklı kaynaklar arasındaki maliyet farklarını daraltmayı amaçlamaktadır. Sübvansiyonların azaltılması veya işlem maliyetlerinin düşürülmesi gibi önlemler arz eğrilerinin elastikiyetini artırabilir ve gelirler ve yatırımlar arasındaki farkları azaltabilir. Ancak, bu tür iyileştirmeler, eşitsizlik ve çarpıklık arasında çelişkili etkilere sahip olabilir. Eşitlik ve verimlilik arasındaki denge ve çatışma, sosyal yorumcuların sıklıkla ele aldığı bir konudur. Verimli bir sermaye tahsisi için marjinal toplumsal getirinin tüm kişiler için aynı olması gerektiği ifade edilmektedir. Sermaye piyasasındaki bölünmenin eşitsizlik ve çarpıklığa neden olabileceği belirtilirken, segmentasyonun azaltılmasının verimliliği artırabileceği ifade edilmektedir. Fiziksel ve insan sermayesi için talep elastikiyetlerindeki farklılıkların, fiziksel sermayeye yapılan yatırımların ve mülkiyet gelirinin insan sermayesine yapılan yatırımlardan ve kazançlardan daha eşitsiz dağılıp çarpık olmasına yol açabileceği vurgulanmaktadır. Bu metin, sermaye piyasasındaki iyileştirmelerin ve eşitlik-verimlilik dengesinin anlaşılmasına katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Ancak, metinde bahsedilen analizler ve iddiaların geçerliliği ve uygulanabilirliği, tartışmaları daha derinlemesine incelemeyi gerektirebilir. Eşitlik ve verimlilik arasındaki denge, ekonomi ve sosyal politikalar açısından önemli bir konu olduğundan, daha fazla araştırma ve analiz bu konudaki anlayışımızı artırabilir.

Mirasın insan sermayesine yapılan yatırımların marjinal getirisi önemli ölçüde daha yüksek olduğu küçük miktarlarda daha çok eğitime ve insan sermayesine yatırım yapması beklenir. Ancak miras miktarı arttıkça, insan sermayesine yapılan yatırımların marjinal getirisi azalacak ve fiziksel sermayeye yapılan yatırımlar daha fazla önem kazanacaktır. Bu nedenle büyük miraslar genellikle fiziksel sermayeye yapılan yatırımların ağırlık kazanmasıyla sonuçlanabilir. Ayrıca, mirasların insan sermayesine yapılan yatırımlar için fiziksel sermayeye yapılan yatırımlardan daha eşitsiz bir şekilde dağıldığı ifade edilmektedir. Bu durum, rapor edilen miras istatistiklerinde küçük mirasların çoğunlukta olmasına neden olabilirken, büyük miraslar arasındaki eşitsizliği açıklayabilir. Bu analiz, gelir dağılımı üzerine bir teori geliştirmeyi amaçlamaktadır ve insan sermayesi yatırımlarının gelir dağılımı üzerindeki etkileri ve insan sermayesi ile fiziksel sermaye arasındaki dağılım farkları ele alınmaktadır. Ancak, bu teoriyi desteklemek ve doğrulamak için daha fazla ampirik test ve veriye ihtiyaç olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak, mirasın dağılımı ve insan ile fiziksel sermaye arasındaki yatırımların etkisi karmaşık bir konudur ve daha fazla araştırma gerektiren bir alandır. Bu metinde sunulan analiz, gelir dağılımı ve sermaye yatırımları üzerine düşünmeye teşvik etmektedir. Ancak bu teorinin tam olarak ne kadar tatmin edici olduğu ve ne ölçüde gerçek verileri açıklayabildiği konularında daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir.

Üniversite eğitiminin gelire olan etkisine dair matematiksel bir analiz ve tahminler sunulmaktadır. Analizde, eğitimin gelir üzerindeki etkisini belirlemek için diğer faktörlerden etkilenmeden verilerin standartlaştırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Veriler, ABD’de 1930’lardan itibaren farklı eğitim düzeylerine sahip kişilerin gelirleri ve kazançları üzerinde yapılan bir analizdir. Bu analiz, üniversite mezunlarının lise mezunlarına kıyasla daha yüksek ortalama gelire sahip olduğunu göstermektedir. Bu fark, yaşa bağlı olarak artmaktadır ve ortalama gelir farkı yaklaşık 1100 dolar ve yüzde farkı ortalama olarak yüzde 45’tir. Yaşla birlikte artan bu farklar, yaşa göre gelir farkının büyüdüğünü göstermektedir. Bu veriler, üniversite eğitiminin ekonomik etkileri ve gelir dağılımı üzerine önemli bilgiler sunmaktadır. Ancak, analizde diğer faktörlerin de etkisini dikkate almak önemlidir ve daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tür analizler, üniversite eğitiminin ekonomik değeri ve toplum üzerindeki etkilerini anlamak için faydalıdır, ancak kesin cevaplar sağlamak için daha fazla araştırma yapılmalıdır.

Eğitim ile gelir arasındaki ilişkiye yönelik çeşitli çalışmaların sonuçları ve eğitimin gerçek getirisi üzerindeki etkileri incelenmektedir. Bell Telefon Şirketi ve diğer bazı çalışmalar, üniversite ve lise mezunlarının sıralamaları ile gelirleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu çalışmalara dayanarak, tipik bir üniversite mezununun eğitimden elde ettiği geri dönüş oranının, tipik bir lise mezununun eğitimden elde ettiği geri dönüş oranından daha yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Eğitim ve gelir arasındaki ilişkide “yetenek” kavramının etkisini azaltmak için yapılan bazı yöntemler de ele alınmaktadır. Bu yöntemlerden biri, üniversiteye başlayan ancak mezun olmadan ayrılan öğrencilerin gelirlerini incelemektir. Bu şekilde yapılan analizler, eğitimin gerçek getirisinin önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca, eğitim ve yetenek arasındaki ilişkinin düşük eğitim düzeylerinde daha etkili olduğu, yüksek eğitim düzeyine sahip bireylerin daha yüksek bir eğitim getirisi elde etmesinin beklendiği belirtilmektedir. Bununla birlikte, insan sermayesi yatırımlarının farklılaştığına dair kanıtlar da bulunmaktadır. Üniversite mezunlarının diğer insan sermayesi türlerine daha fazla yatırım yaptığı ve bu nedenle eğitimin ekonomik etkilerinin işlediği belirtilmektedir. Sonuç olarak, eğitim ve gelir arasındaki ilişki karmaşık bir konudur ve farklı faktörlerin etkisi altında değişebilir. Eldeki kanıtlar, eğitimin gelir üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu ve eğitimin gerçek getirisinin önemli olduğunu desteklemektedir. Ancak daha fazla araştırma yapılması ve farklı yöntemlerin kullanılması, bu konudaki anlayışımızı artıracaktır.

Eğitim ve diğer insan sermayesi yatırımları arasındaki oranların belirsizliği ve eksikliği vurgulanmaktadır. Mevcut verilere dayanarak, üniversite eğitiminin diğer insan sermayesi yatırımlarından daha yüksek getirilere sahip olabileceği düşünülmektedir, ancak kesin bir sonuca varmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalarda beyaz erkek üniversite mezunlarının oranları ele alınmaktadır. Ancak, üniversiteye başlayanların yarısından fazlasının mezuniyeti tamamlayamadan ayrıldığı ve üniversite mezunlarının üçte birinin beyaz olmayanlar veya kadınlardan oluştuğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, sadece mezunlara odaklanmanın sonuçları yanıltıcı olabilir. Üniversite eğitimini tamamlayamayan kişilerin kazançlarının mezunlara kıyasla daha düşük olduğu belirtilse de, maliyetlerin düşük olduğu ve bu kişilerin daha az süre eğitim aldığı unutulmamalıdır. Bu durum, üniversite eğitimini tamamlayamayanların özel getiri oranlarının düşük olmasına rağmen, bazı üniversite eğitimi almanın ekonomik olarak boşa harcanan bir yatırım olmadığını göstermektedir. Sonuç olarak, eğitim ve diğer insan sermayesi yatırımları arasındaki oranların daha iyi anlaşılması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Mevcut veriler, üniversite eğitiminin genellikle diğer insan sermayesi yatırımlarından daha yüksek getirilere sahip olduğunu göstermektedir, ancak bu konuda daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Üniversiteyi tamamlayamayan kişilerin elde ettikleri kazançlar üzerinde yapılan hesaplamaların yukarı yönlü bir eğilim göstermediği vurgulanmaktadır. Bu kişilerin lise mezunlarıyla neredeyse aynı IQ ve sınıf derecesine sahip olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, üniversiteyi tamamlayamayan kişilerin daha yüksek sosyoekonomik arka planlardan gelmelerine rağmen, bir süreklilik eksikliği sergiledikleri ifade edilmektedir. Bu durum, Morgan ve David tarafından yapılan çalışmada da desteklenmektedir. Aynı zamanda, üniversite eğitimini tamamlayamayanların kazançlarının daha düşük olmasının, doğrudan ve dolaylı üniversite maliyetlerinin düşük olmasından kaynaklanabileceği vurgulanmaktadır. Ancak bu maliyet farklarının getiri farklarını tam olarak dengeleyip dengelemediği belirsizdir. Öte yandan, nonbeyazlar ile beyazlar arasındaki üniversite ve lise mezunları arasındaki gelir farklarının oldukça farklı olduğu belirtilmektedir. Bu farkların sebepleri arasında beyaz olmayanların daha düşük üniversiteye gitme oranları ve daha ucuz üniversitelere gitmeleri öne çıkmaktadır. Sonuç olarak, üniversite eğitimine yönelik getiri oranları ve gelir farkları üzerindeki etkileyen faktörlerin karmaşık olduğu ve tam olarak anlaşılabilmesi için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla, mevcut verilerin belirsizliği ve eksikliği nedeniyle kesin bir sonuca varmak zor olabilir.

Beyaz olmayan üniversite mezunlarına karşı ayrımcılığın kuzeyde beyazlara göre daha düşük, güneyde ise hafifçe daha düşük olduğu belirtiliyor. Piyasa ayrımcılığı katsayısı (PAK) kullanılarak bu ayrımcılık düzeyleri ölçülüyor. Marjinal PAK ile ortalama PAK arasındaki ilişki incelenerek, ek ayrımcılığın ortalama ayrımcılığın değişim oranından daha az veya daha fazla olabileceği açıklanıyor. Veriler, 1939 yılında farklı yaş ve eğitim gruplarına göre beyaz olmayan kişilere yönelik ortalama ve marjinal pazar ayrımcılığına ilişkin bilgileri göstermektedir. Bu tablo, beyaz olmayanların ortalama ve marjinal ayrımcılık düzeyleri arasında nasıl değişiklikler olduğunu göstererek ayrımcılık ile ilgili bazı bilgiler sunmaktadır. Ancak, tam anlamıyla anlamak ve yorumlamak için metinde belirtilen kavramlar ve hesaplamalar ile değerlendirilmelidir. Sonuç olarak, bu ek metinde ayrımcılığın etkileri ve bu etkilerin nasıl ölçüldüğüne dair bilgiler verilmiştir. Ancak, ayrımcılık konusu oldukça karmaşık olduğundan, tam bir anlayış için daha fazla araştırma ve analiz gerektiği ifade edilmektedir.

Beyaz olmayanların eğitim düzeyine ve yaşlarına göre ortalama ve marjinal pazar ayrımcılığı (MDC) hakkında bilgiler verilmektedir. MDC, ek eğitim alarak elde edilen gelirin beyaz ve beyaz olmayanlar arasındaki oranını ölçer. Marjinal MDC, ek eğitim almanın beyazlara ve beyaz olmayanlara olan faydasını gösterirken, ortalama MDC, belirli bir eğitim seviyesindeki beyaz olmayanların ortalama ayrımcılık düzeyini gösterir. Tablodaki verilere göre, Kuzey bölgesinde marjinal MDC’nin genellikle ilgili ortalama MDC’den yüksek olduğu görülmektedir. Güney bölgesinde ise marjinal MDC’nin eğitim düzeyi yüksekken ilgili ortalama MDC’den biraz daha düşük olduğu gözlenmektedir. Bu durum, beyaz olmayanların üniversite eğitiminden daha az fayda sağladığını gösterir ve ek eğitim maliyetlerinin beyaz olmayanlarda daha düşük olması ve artı gelirlerinin de daha düşük olması nedeniyle ortaya çıkar. Ancak, analizde eğitim fırsatlarındaki eşitsizliklerin, marjinal ve ortalama MDC değerlerini etkileyebileceği belirtilir. Düzeltilmiş marjinal MDC değerleri, marjinal MDC değerlerinin diğer etkenlerle düzeltilmesini sağlayarak daha gerçekçi tahminler elde etmeye çalışır. Bu tür düzeltmelerin her zaman zor olduğu ve tam olarak hesaplamak için diğer etkileyen faktörlerin dikkate alınması gerektiği ifade edilir. Sonuç olarak, beyaz olmayanlar arasında eğitim faydasının beyazlara göre daha düşük olduğu görülmektedir. Ancak bu durumun tam olarak nedeni hem pazar ayrımcılığı hem de diğer faktörler tarafından etkilenebilir. Daha kapsamlı bir analiz için tüm etkileyen faktörlerin dikkate alınması önemlidir ve 1960 nüfus sayımı verilerinin daha yoğun bir şekilde incelenmesi gerektiği vurgulanır.

Kadınlar

Kadınların üniversite mezunları arasında erkeklerden daha düşük mutlak gelir farklarına sahip olduğu belirtilmektedir. Ancak, doğrudan ve dolaylı maliyetlerin kadınlar için biraz daha düşük olduğu ve kadınların işgücüne katılımının daha düşük olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle, kadınların üniversiteden elde ettikleri gerçek getiri oranının erkeklerden daha düşük olması beklenir. Gerçek davranışa dayanarak yapılan araştırmalar, beyaz kadın üniversite mezunlarının beyaz erkeklere göre aldığı geri dönüşün birkaç yüzde puan daha düşük olduğunu ve bu farkın getiri oranlarındaki farklılıklarla uyumlu olduğunu göstermektedir. Evli kadınların üniversiteye gitme ve gelir elde etme süreçlerinde evlilik faktörünün önemli bir rol oynadığı da ifade edilmektedir. Ayrıca, beyaz olmayan kadınların üniversite mezunları arasında daha yüksek geri dönüş oranlarına sahip olduğu belirtilmektedir. Tablo 8’de verilen veriler, kırsal ve kentsel kişiler arasındaki gelir farklarının, üniversite ve lise mezunları arasında kırsal kesimde daha az olduğunu göstermektedir. Ancak, bu durumun kadınların üniversiteden elde ettiği gerçek getiri oranlarını etkileyen faktörlerle de açıklanabileceği ifade edilmektedir. Sonuç olarak, üniversiteye gitmenin getirdiği gelir farkları, cinsiyet, ırk, yerleşim yeri ve mezun veya terk eden durumuna göre değişiklik göstermektedir. Her bireyin kendi durumuna ve yeteneklerine göre değerlendirme yapması önemlidir ve genel kohort sonuçlarının her zaman bireysel duruma uygulanamayabileceği vurgulanmaktadır.

1939 ve 1949 yıllarına göre beyaz erkeklerin gelirlerindeki varyasyon katsayıları üzerine odaklanılmıştır. Varyasyon katsayıları, gelirler arasındaki farklılığın ölçüsü olarak kullanılmıştır ve kohortlar arasında büyük farklılıklar olduğu belirtilmiştir. Özellikle yaşla birlikte ve eğitim düzeyine göre gelirlerdeki varyasyonun arttığı ifade edilmiştir. Tablo 10, bu gelir varyasyonunu daha eksiksiz bir şekilde göstermek için hayatta kalma oranlarını da dikkate almıştır.Ayrıca, bireylerin kendi durumlarını ve hedeflerini dikkate alarak eğitim kararları vermelerinin daha uygun olduğu vurgulanmıştır. Eğitimden kaynaklanan gelir farklılıklarının temel parametreleri hakkında pek çok bilgi olmadığı ve gelirlerdeki farklılığın birçok faktöre bağlı olarak değişebileceği ifade edilmiştir. Bu nedenle, her bireyin kendine özgü koşulları ve beklentileri olduğu için genel kohort sonuçlarına dayanarak eğitim kararları almanın yeterli olmayabileceği belirtilmiştir.Sonuç olarak, gelirlerdeki farklılıkların karmaşık ve büyük olduğu, bireylerin kendi durumlarını dikkate alarak en iyi kararı vermeleri gerektiği vurgulanmıştır. Bireylerin yetenekleri, bölgesel iş piyasası koşulları ve diğer faktörlere bağlı olarak eğitim kararlarının büyük ölçüde değişebileceği ifade edilmiştir.

Üniversite mezunlarının gelirlerindeki değişkenliğin önemi üzerinde durulmuştur. Gelirler arasındaki korelasyonun, aynı eğitim düzeyine sahip kişiler arasında yüksek olabileceği, ancak farklı dönemler arasındaki korelasyonun daha düşük olabileceği teorisi öne sürülmüştür. Üniversite mezunlarının gelirlerindeki değişkenliğin, kişisel özellikler, üniversite seçimi, meslek tercihi ve diğer faktörlerden kaynaklandığı belirtilmiştir. Tablolar, üniversite mezunlarının gelirlerinde yüksek değişkenlik olduğunu göstermiştir. Bu durum, eğitim yatırımının getirisinin kişiden kişiye önemli ölçüde farklılık gösterebileceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle, bireylerin eğitim kararlarını alırken bu değişkenliği göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. Aynı zamanda, eğitimden kaynaklanan gelir farklılıklarının önceden tahmin edilebilir kısmının sınırlı olduğu ve tahmin edilemeyen faktörlerin etkisinin büyük olduğu ifade edilmiştir. Bilinen yetenek ölçüleri ve diğer faktörler arasındaki farkların gelirler üzerindeki etkisinin sınırlı olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, eğitim yatırımcılarının genellikle henüz tam olarak yeteneklerinin farkında olmadığı ve bu nedenle gelir tahminlerinin zor olduğu ifade edilmiştir. Sonuç olarak, üniversite eğitiminin getirisindeki büyük değişkenliğin bireylerin eğitim kararları üzerinde etkili olduğu vurgulanmıştır. Gelirler arasındaki farklılığın kişisel durum ve beklentilere göre büyük ölçüde değişebileceği ve dolayısıyla kişisel analizlerin eğitim kararları için önemli olduğu belirtilmiştir.

Eğitimin toplumsal ve özel ekonomik kazançlarının farklı boyutları ve değerlendirme yöntemleri ele alınmaktadır. Eğitimin toplumsal ekonomik kazançları, bireylerin kazançlarından farklılık gösterebilir çünkü sosyal ve özel maliyetler ve getiriler arasında farklılıklar vardır. Doğrudan ve dolaylı maliyetlerin toplamı, toplam toplumsal ve özel maliyetleri oluşturur. Doğrudan maliyetler, toplum için öğrenciler tarafından yapılan harcamaların toplam maliyetini içerir ve bu harcamaların bir kısmı kamu ve özel desteklerle karşılanır. Dolaylı maliyetler ise, toplum tarafından kaçırılan öğrenci çıktısı ve öğrenciler tarafından kaçırılan kazançlar gibi faktörleri içerir. Toplumsal maliyetlerde, üniversite eğitiminin dışsal etkileri de dikkate alınır. Örneğin, üniversite mezunlarının ekonomik bilginin gelişimine ve yayılmasına katkıları nedeniyle toplumsal getirilerin özel getirilerden daha büyük olabileceği iddia edilmektedir. Ancak bu tür dışsal etkilerin ölçümü zordur ve net bir şekilde belirlenemez. Eğitimin özel ve toplumsal ekonomik kazançlarını tahmin etmek zorlu bir süreçtir ve bazı iddiaların abartıldığı ifade edilmektedir. Ancak çeşitli yöntemler kullanılarak alt ve üst sınırlar geliştirilebilir ve eğitimin toplum üzerindeki etkileri hakkında daha gerçekçi bir bakış elde edilebilir. Sonuç olarak, eğitimin toplumsal ve özel ekonomik kazançları arasında farklılıklar vardır ve doğru değerlendirmeler yapmak için dikkatli bir analiz gereklidir. Eğitim politikalarının ve kaynak yönetiminin etkin bir şekilde planlanması için bu tür analizlerin önemi büyüktür.

Üniversite eğitiminin toplumsal ve özel ekonomik kazançlarının daha kapsamlı bir şekilde ele alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Dışsal etkilerin incelenmesi, eğitimin toplumsal getiri oranının değişebileceğini ve bu nedenle kesin bir yargıya varmanın zor olduğunu göstermektedir. Özellikle “bilgi ilerlemesi” olarak adlandırılan artık kavramının dağıtımı, eğitimin toplumsal getiri oranını büyük ölçüde etkilemektedir. Bu artığın eğitime veya iş sermayesine atanması, toplumsal getiri oranının farklı aralıklarda değişebileceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Üniversite eğitimine yapılan yatırımların fiziksel sermayeye oranları incelendiğinde, özel yatırımların hızla arttığı ve üniversite eğitiminde özel gerçek getiri oranının fiziksel sermayeye göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu, üniversite eğitiminin psikolojik getiri oranının da fiziksel sermayeye kıyasla daha yüksek olabileceği, ancak kesin bir şekilde daha düşük olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, eğitimin toplumsal ve özel ekonomik kazançlarının belirlenmesi karmaşık bir süreçtir ve çeşitli faktörlerin dikkate alınması gerekmektedir. Bu metinde sunulan veriler, eğitim ve iş sermayesi arasındaki getiri farklarını göstermekte ve eğitimin toplumsal getirilerinin daha net bir şekilde anlaşılması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.

Yüksek okul eğitiminin kazançlar ve verimlilik üzerindeki etkisi incelenmektedir. Özellikle, 1939 yılında kentsel, yerli beyaz, erkek lise mezunları ve 1949 yılında tüm beyaz erkek mezunlar için getiri oranları hesaplanmıştır. Farklı yeteneklerin etkisi göz önüne alınmadığında, özel getiri tahminleri ortalama olarak yaklaşık %18 olmaktadır. Ayrıca, bu bölümde, 1939 ve 1949 kohortları için yüksek okul mezunlarının getiri oranları hesaplanmıştır ve bu hesaplamalara göre, farklı yeteneklerin etkisi göz önüne alınmadığında, yüksek okul mezunlarının getiri oranlarının, karşılaştırılabilir zaman dilimlerindeki üniversite mezunlarının getiri oranlarından birkaç yüzde puan daha yüksek olduğu belirtilmektedir.IQ seviyelerinin eğitim düzeyiyle ilişkisine dair bilgiler de bu bölümde yer almaktadır. Buna göre, lise mezunlarının ortalama AO’sunun, 7 veya 8 yıl eğitimi olan kişilerin IQ’sundan %30’dan fazla daha yüksek olduğu görülmüştür. Ancak, farklı yeteneklere göre düzeltme yapmanın yüksek okul mezunlarının getiri oranları üzerinde büyük bir etkisi olduğu belirtilmektedir ve düzeltilmiş lise mezunu getiri oranlarının tahmin edilmesinin zor olduğu ifade edilmektedir. Değişik değişkenler dikkate alındığında, lise mezunları ile ilkokul mezunları arasındaki getiri farkının düzeltilmiş olarak 18-34 yaş arasında %64, 35-74 yaş arasında ise %40 olduğu vurgulanmaktadır. Benzer şekilde, kardeşler arasındaki çalışmada da lise mezunları için düzeltilmiş getiri oranlarının düzeltilmemiş oranlardan daha düşük olduğu gözlenmiştir. Bu bulgular, ekstra eğitim yıllarının getiri oranlarında “azalan getiri” ya da “azalan marjinal ürün” etkisi olduğunu düşündürebilir. Ancak, yetenek ve eğitim arasındaki korelasyonun doğası nedeniyle, düzeltilmiş getiri oranlarının lise mezunları için daha fazla azalmış ve hatta ilkokul mezunları için daha da fazla azalabilir. Bu nedenle, tamamen düzeltilmiş oranların azalan getiri göstermeyebileceği ve hatta ekstra eğitim yıllarında “artan getiri” gösterebileceği belirtilmiştir. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki lise eğitiminde hızlı bir seküler büyüme olduğu vurgulanmıştır. Zorunlu eğitim yasalarının etkisi olabileceği gibi, özel ve toplumsal gerçek getiri beklentileriyle de bağlantılı olabilir. Kitapta sunulan kanıtlar, düzeltilmemiş özel getiri oranlarının lise eğitimine oldukça yüksek olduğunu göstermektedir ve düzeltilmiş getiri oranlarının da önemli olabileceğini ortaya koymaktadır. Lise eğitiminin bilgi ilerlemesine önemli bir katkı sağlaması durumunda gerçek sosyal getiri oranının çok daha yüksek olabileceği ifade edilmiştir. Son olarak, 1900-1956 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde yüksek okul eğitimi, üniversite eğitimi ve fiziksel sermayeye yapılan yatırımların tabloda yer aldığı belirtilmiştir. Bu verilere göre, yüksek okul eğitimine yapılan yatırımların zamanla arttığı ve üniversite eğitimine yapılan yatırımlara kıyasla önemli bir oranda arttığı görülmektedir.

1939’dan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde eğitimden elde edilen getirilerin zaman içindeki değişimi incelenmektedir. Tablo 15, üniversite mezunlarına yönelik düzeltilmemiş özel getiri oranlarının 1939’dan 1961’e kadar büyük bir değişim göstermediğini göstermektedir. Ancak lise mezunlarına yönelik düzeltilmemiş özel getiri oranlarının bu dönemde önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Lise mezunlarının ekonomik durumu üniversite mezunlarına kıyasla benzer kalmış, ancak ilkokul mezunlarına kıyasla önemli ölçüde iyileşmiştir. Verilerde düzeltilmemiş getiri oranlarına dayanıldığından, gerçek getiri oranlarının farklılık gösterebileceği belirtilmiştir. Özellikle yetenek farklarının göz önüne alınması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak verilere göre, lise mezunlarının göreceli sayısının artmasına rağmen, eğitim getiri oranlarında önemli bir düşüş beklemek için nedenin olmadığı ifade edilmektedir. Yani, lise ve üniversite mezunlarının sayısı yaklaşık aynı oranda artmıştır. Tablo 16 ise 1940, 1950 ve 1957 yıllarında lise ve üniversite eğitimi olan nüfusun yüzdesini göstermektedir. Bu verilere göre, lise ve üniversite mezunlarının sayısının benzer bir oranda arttığı görülmektedir. Bu da eğitimdeki arz tarafındaki artışın eğitim getiri oranlarını önemli ölçüde düşürecek bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir. Sonuç olarak, bu bölümde sunulan verilere göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde lise mezunlarının eğitimden elde ettikleri getiri oranlarında zaman içinde önemli bir artış yaşanmıştır. Üniversite mezunları için ise bu değişim daha sınırlı kalmıştır. Ancak yetenek farkları ve diğer faktörler göz önüne alındığında, gerçek getiri oranlarının daha farklılık gösterebileceği belirtilmiştir. Yüksek eğitimli kişilerin sayısındaki artışın eğitim getiri oranlarını önemli ölçüde düşüreceğine dair bir kanıt bulunmamaktadır ve lise ve üniversite mezunlarının sayılarında benzer bir artış gözlenmiştir.

Eğitimden elde edilen getiri oranları, çeşitli faktörlerden etkilenir ve zaman içinde değişebilir. Tablo 16, nüfustaki lise ve üniversite mezunlarının yüzdesinin 1939’dan itibaren benzer oranlarda arttığını gösterirken, bu durum aralarındaki gelir farklarının önemli ölçüde düşeceğini göstermemektedir. Ancak, sadece arzdaki değişikliklerin üniversite eğitiminden elde edilen getiri oranını düşüreceği belirtilmelidir. Bu durum, üniversite mezunlarının kazançlarının daha az eğitimli bireylere göre düşmesi ve aralarındaki mutlak kazanç farklılıklarının azalması nedeniyle oluşur. Bu da üniversite eğitiminin getiri oranını düşürebilir. Teknolojik ilerlemeler ve diğer değişikliklerin ise yüksek okul mezunlarına olan talebi üniversite mezunlarından daha fazla artırdığı görünmektedir. Ancak, 1939’dan önceki döneme ait verilerin sınırlı olduğu belirtilerek, kesin bir sonuç çıkarmak zor olduğu ifade edilmektedir. Tablo 17 ve 18, farklı yıllardaki lise ve üniversite mezunları arasındaki gelir farklarını göstermektedir. Bu verilere göre, eğitimli bireyler arasındaki gelir farklarının zaman içinde değişken olduğu ve bazı dönemlerde arttığı, bazı dönemlerde azaldığı görülmektedir. Özetle, eğitimden elde edilen getiri oranlarındaki değişim karmaşık bir konudur ve birçok faktörden etkilenir. Teknolojik ilerlemeler, eğitimdeki büyüme, talep kaymaları, ölüm oranlarındaki düşüş gibi faktörler, getiri oranlarını etkileyebilir. Ancak, verilerin sınırlı ve güvenilmez olduğu dönemlerde kesin sonuçlara varmak zor olabilir.

Çapraz kesit eğitim profillerinin zaman serisi profillerine dönüştürülmesi ve bu dönüştürmenin bazı yanıltıcı yönlerine dikkat çekilmektedir. Eğitim profillerinin zaman içindeki değişimi ve gelirlerdeki seküler büyüme oranının basit bir %2 olarak ayarlanması ele alınmaktadır. Ancak, gerçek verilerin daha düşük büyüme oranlarına işaret ettiği ve farklı eğitim düzeylerinde farklı büyüme oranlarının olduğu belirtilmektedir. Grafik 10’daki zaman serisi profilleri, insan sermayesi yatırımlarının yaş-maaş profillerini daha dik hale getirdiğini ve eğitimle pozitif bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe, kazançlardaki artış oranının daha genç yaşlarda daha belirgin hale geldiği ve yaşla birlikte düştüğü gözlemlenmektedir. Grafikteki konkavite, yatırım döneminde maaşların düşmesi ve yatırım döneminin ardından hızla yükselmesiyle açıklanmaktadır. Yatırım dönemi, daha genç yaşlarda daha yoğun olduğu için daha genç yaşlarda daha belirgin hale gelir. Ayrıca, daha yüksek eğitimli gruplar, daha fazla yatırım yapıldığı için daha konkav profillere sahip olur. Bu sonuçlar, insan sermayesi yatırımlarının yaş-maaş profillerini etkileyen önemli faktörlerin olduğunu ve eğitimle gelir arasında pozitif bir ilişki olduğunu göstermektedir. Ancak, insan sermayesi yatırımlarının sadece eğitimle sınırlı olmadığı ve farklı insan sermayesi türlerinin de gelir profillerini etkilediği vurgulanmaktadır.

Rapor edilen kazançların gerçek kazançları aşırı tahmin etmesinin nedenleri ve insan sermayesine yapılan yatırımın önemi üzerine daha fazla detay verilmektedir. Rapor edilen kazançların gerçek kazançları aşırı tahmin etmesinin ana nedeni, insan sermayesine yapılan yatırımların ölüm gibi nedenlerle kaybolmasından kaynaklanmaktadır. Eğitimsiz işçiler gibi servet değişimlerinin temel belirleyeni olduğunda, amortismanın kazançlara göre büyük ölçüde önem kazandığı ifade edilirken, yetenekli işçiler gibi insan sermayesine yatırımın daha önemli olduğu durumlarda amortismanın daha az önemli hale geldiği belirtilmektedir. Son yıllarda yapılan hane halkı davranışları üzerine çalışmalar, tüketimin mevcut gelire ek olarak gelecekteki beklenen gelire de bağlı olduğunu göstermiştir. Tüketimin gelirdeki değişimlerle tam olarak eşleşmediği ve gelirin öngörüldüğü şekilde birikim ve tasarruflarla dengelendiği ifade edilmektedir. Bu yeni yaklaşımın yaşam döngüsü değişikliklerini tasarrufların yaş-servet profillerine ve dolayısıyla insan sermayesine yapılan yatırım miktarına bağlı hale getirdiği belirtilmektedir. Modelin daha kesin sonuçlar elde etmek için bazı varsayımlarla tamamlandığı ve bu varsayımların daha kapsamlı bir analizde değiştirilmesi gerektiği açıklanıyor. Ancak yapılan varsayımlara göre, tasarruf oranlarının insan sermayesinin değişim hızına bağlı olduğu ve başlangıçta tasarrufların daha küçük olduğu, sıfır tasarruf oranının insan servetinin zirve yaptığı yaşta ulaşıldığı ve emeklilik döneminde pozitif bir tasarruf oranının devam ettiği ifade ediliyor. Bu durumda, sosyal tasarrufların pozitif olduğu veya terminal servetin başlangıç servetini aştığı vurgulanmaktadır.

Özet ve Sonuçlar

Çalışmanın insan sermayesine yapılan yatırımların gözlemlenen kazançları nasıl etkilediğini incelediği ve elde edilen bulguların önemli sonuçlarını ve uygulama alanlarını özetlemektedir. Çalışmada, insan sermayesine yapılan yatırımların genellikle yaşlı yaşlarda kazançları artırıp genç yaşlarda düşürdüğü ve bu yatırımların eğitim, iş içi eğitim veya göç gibi farklı şekillerde gerçekleşebileceği ifade edilmiştir. Eğitim yatırımlarının kazançlarda eşitsizlik ve çarpıklığa neden olduğu, kazanç dağılımını etkilediği ve yaş-kazanç profillerini keskinleştirdiği belirtilmiştir. Çalışmanın Part Two bölümünde, ABD’deki formal eğitimin kazançlar ve üretkenlik üzerindeki etkileri empirik bir araştırmayla incelenmiştir. College eğitiminin kişisel getirisinin yüksek olduğu, ancak farklı gruplar arasında değişebileceği ve eğitim farkının kazanç farklarının büyük bir kısmını açıkladığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca, çalışmanın yedinci bölümü, eğitim ve diğer insan sermayesi yatırımlarının yaş-insan sermayesi profillerini etkilediği ve çan şeklinde kıldığı gösterilmiştir. Ayrıca, zirve zenginlik yaşının insan sermayesi yatırımlarındaki seküler artıştan kaynaklandığına dair bir önerme sunulmuştur. Sonuç olarak, insan sermayesine yapılan yatırımların ekonomi ve kazançlar üzerinde önemli etkilere sahip olduğu ve bu alanda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Sosyal kazançlar, harici etkiler ve eğitimin ekonomik etkileri gibi konularda daha fazla çalışmanın yapılmasının gerekliliği ifade edilmiştir. Bu tür araştırmaların toplumun refahı ve ekonomik gelişimi açısından önemli olduğu belirtilmiştir.

Insan sermayesi kavramının ekonomi genelindeki değişimler üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde, insan sermayesi yatırımlarının gelir dağılımı, ekonomik büyüme, iş bölümü ve uzmanlaşma gibi çeşitli alanlardaki etkileri analiz edilmiştir. Bir makalede, ebeveynlerin çocuklarına yaptıkları insan sermayesi yatırımlarının, çocukların yeteneklerine ve ebeveynlerin kaynaklarına bağlı olduğu belirtilmiştir. Ebeveynlerin çocuklarının kazançlarını nasıl etkilediği ve gelir eşitsizliği üzerindeki etkileri açıklanmıştır. Başka bir makalede, ekonomik büyüme ve uzmanlaşma arasındaki etkileşim incelenmiştir. Analiz, ekonomik büyümenin uzmanlaşmayı teşvik ettiğini ve uzmanlaşmanın da ekonomik ilerlemeyi teşvik ettiğini göstermiştir. Diğer bir makalede, ebeveyn davranışlarının ekonomik gelişme ve teknoloji ile nasıl değiştiği ve çocuk sayısı ile insan sermayesi yatırımları arasındaki ilişki incelenmiştir. Az gelişmiş ülkelerde çocuk sayısının fazla olmasının nedenleri ve ekonomik ilerlemenin ebeveyn davranışlarını nasıl etkilediği açıklanmıştır. Bu bölümde ele alınan konular, insan sermayesi yatırımlarının ekonomi genelindeki önemli etkilerini göstermekte olup, bu alanda yapılan çalışmaların önemi vurgulanmıştır. Gelecekte, insan sermayesi yatırımlarının ekonomi ve toplum üzerindeki etkileri hakkında daha fazla çalışma yapılması umulmaktadır.

Gary S. Becker ve Nigel Tomes tarafından kaleme alınan 10. Bölümün, gelir, gelir ve servetin bireyler ve aileler arasındaki eşitsizlik konusunu ele aldığı belirtilmiştir. Ebeveynlerin ve çocukların gelir ve servetleri arasındaki ilişkiye dikkat çeken bu bölüm, aileler arasındaki eşitsizlik ve gelirin nesiller boyunca nasıl aktarıldığı konularını sistemli bir yaklaşımla inceler. Bölümde, ebeveynlerin çocuklara olan ilgisini, çocukların insan sermayesine yatırımlarını, evlilik piyasalarında eşleşme eğilimlerini, çocuk talebini ve özel yetenekli veya engelli çocukların ebeveynler tarafından nasıl ele alındığını da içeren çeşitli davranış şekilleri bir çerçevede birleştirilir. Ebeveynlerin gelir ve servetlerinin çocuklarına nasıl aktarıldığını açıklamak için bir model geliştirilirken, çocukların insan sermayesine yatırımları, maddi varlıkların (hediye ve miraslar) ebeveynlerden çocuklara aktarımının ve nesiller boyunca tüketimin nasıl evrileceğinin etkisi de incelenir. Ancak yazarlar, bu konuda mevcut çalışmaların sayıca az ve sınırlı verilere dayandığını belirtirler ve daha kapsamlı bir analiz yapılması gerektiğine işaret ederler. Bu bölümde sunulan yaklaşım, aileler arasındaki farklı yatırımları açıklamak için Becker’in Woytinsky Konferansı’nda geliştirdiği modele dayanırken, ebeveynlerin ve çocukların gelir ve varlık düzeyleri arasındaki ilişkileri de türetir. Bu bölüm, insan sermayesi analizlerinde aileler arasındaki eşitsizlik ve gelir aktarımının önemine odaklanarak, ekonomide gelir dağılımı ve servet dağılımı üzerindeki etkileri anlamak için değerli bir çerçeve sunmaktadır.

Miras alınabilirlik derecesinin büyüklüğü veya işaretiyle ilgili önceden yapılan varsayımların gerekli olmadığı belirtilmektedir, çünkü miras alınabilirlik derecesinin, ebeveynlerin ve çocukların gelirleri üzerinde doğru bilgilere dayanarak tahmin edilebileceği ifade edilmektedir. Bu nedenle, mirasın sadece kısmen miras alındığı, yani h’nin bir birimden küçük ve bir birimden büyük olduğu varsayımı kültürel endowments için genellenebilir ve genetik özelliklerin miras alınması hakkındaki bilgilerle uyumludur. Çalışmada, eşit yeterlilik ve yeteneklerin gelirlerle ilişkilendirildiğini varsayan çoğu gelir dağılımı modelinin çocukların yetişkin gelirlerine dair analiz için yeterli olmadığı belirtilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarına sadece endowments’in bir kısmını aktarmadığı, aynı zamanda onların yetenekleri, sağlığı, öğrenmeleri, motivasyonları ve diğer özelliklerine yatırım yaparak çocukların yetişkin gelirlerini de etkilediği ifade edilmektedir. Bu harcamalar, çocukların yetenekleri kadar, ebeveynlerin gelirleri, tercihleri ve doğurganlığı gibi diğer değişkenler tarafından da belirlenir. Ebeveynler, çocukların ekonomik refahını potansiyel gelirlerini etkileyerek etkilerler. Bu etkileri basit bir şekilde analiz etmek için, iki yaşam dönemi olan çocukluk ve yetişkinlik dönemleri kabul edilir ve yetişkin gelirlerinin insan sermayesine bağlı olduğu varsayılır. İnsan sermayesi, çocukluk döneminde biriken yatırımlara dayanır ve çocuklara miras kalan endowments ve ebeveyn ve kamu harcamaları tarafından belirlenen yetişkin insan sermayesi ve beklenen gelirler arasında bir ilişki bulunmaktadır. Yetenek, erken öğrenme ve bir ailenin kültürel ve genetik “altyapısının” diğer yönlerinin, aile ve kamu harcamalarının insan sermayesinin üretimine yönelik marjinal etkisini artırdığı belirtilmektedir. Sonuç olarak, bu çalışmada mirasın gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkileri ile insan sermayesi yatırımlarının önemi vurgulanmaktadır.

İnsan sermayesi ve gelir arasındaki ilişkiler ve çocukların insan sermayesi birikimine yapılan yatırımların önemi ele alınmaktadır. Her bir kişi, ayrı bir insan sermayesi “piyasası” oluşturur ve insan sermayesine yapılan yatırımların getirileri, yatırılan miktar kadar ona yatırım yapılmasına ve toplam insan sermayesi stoklarına bağlıdır. Yatırım yapılan kişi sayısı arttıkça marjinal getiri oranları düşer ve yatırım maliyetleri artar. Makalede, ebeveynlerin çocuklarına yaptığı yatırımların marjinal getiri oranı ve gelirleri üzerindeki etkisi incelenmektedir. Ebeveynler, çocuklarının gelirini maksimize etmeye çalışırken, yatırımlarını çocuklar arasında insan sermayesine ve varlıklara dağıtmak için karar verirler. Daha iyi donanımlı çocuklar daha fazla insan sermayesi biriktirir ve böylece daha yüksek beklenen gelire sahip olurlar. Makalede, kamu harcamaları ve özel harcamaların çocukların insan sermayesi birikimini nasıl etkileyebileceği de tartışılmaktadır. Kamu harcamalarındaki artışın insan sermayesi birikimini artırabileceği belirtilirken, özel harcamalardaki artışın insan sermayesi birikimini azaltabileceği ifade edilmektedir. Ayrıca, çocukların geliri ile ebeveynlerin geliri arasındaki ilişkiye dair ayrıntılı bir analiz yapılmaktadır. Ebeveynlerin geliri ve çocukların geliri arasındaki doğrudan bağlantının çocukların yetişkinlik dönemindeki gelirinin sadece bir kısmını açıkladığı ifade edilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarına yaptığı yatırımların, çocukların insan sermayesi ve gelirine etkisine kalıtılabilirdik derecesi olan h’nin de dahil olduğu farklı faktörlerin etki ettiği ifade edilmektedir. Sonuç olarak, makale, insan sermayesi ve gelir arasındaki ilişkilerin karmaşıklığını ve çocukların insan sermayesi birikimine yapılan yatırımların önemini vurgulamaktadır. Ebeveynlerin yatırımları, çocukların yetişkinlik dönemindeki ekonomik refahını ve insan sermayesi birikimini etkileyen önemli bir faktördür. Ancak, bu yatırımların etkisi, çeşitli faktörlerin yanı sıra ailelerin ve toplumun ekonomik durumuna bağlı olarak değişebilir.

Çocuklara yapılan harcamalar için talep eğrilerini gösteren Grafik 12’ye benzer bir grafiktir, ancak çocukları olan ailelerde daha yüksek talep eğrilerine sahiptir. Çocuklara yönelik artan harcamalar, ebeveynlerin tüketimini azaltarak daha yüksek sübjektif iskonto oranlarına (fonların gölge maliyeti) yol açar. Bu, daha zengin ailelerin çocuklarına daha fazla yatırım yapma eğiliminde olabileceğini gösterir. Denklem (14), çocukların kazancını ebeveynlerin ve büyükanne-büyükbabanın kazancından etkilenen bir modeldir. Ebeveynlerin kazançlarındaki artışın çocukların kazançları üzerinde hem doğrudan hem de dolaylı bir etkisi olduğu belirtilir. Doğrudan etki, ebeveynlerin çocuklarına yaptığı yatırımlardan kaynaklanırken, dolaylı etki, ebeveynlerin kazançlarındaki artışın bağış aktarımı yoluyla çocukların kazancını olumlu yönde etkilemesidir. Ebeveynlerin kazancı ile çocukların kazancı arasındaki ilişki içbükey olabilir çünkü ebeveynlerin kazançları arttıkça çocuklara yapılan yatırımların önündeki engeller azalır. Bu durumda, çocukların beşerî sermayesine yapılan yatırımlar varlıkların piyasadaki marjinal getiri oranlarını düşürmek için yeterli olduğunda, ebeveynlerin kazançlarındaki artış çocuklara miras kalan varlıkları artırabilir, ancak çocukların beşerî sermayesine yapılan yatırımları etkilemez. Ebeveynlerin ve çocukların kazançları arasındaki ilişki, çeşitli faktörlerden etkilenebilir, örneğin ebeveynlerin çocuklarına olan cömertliği veya ebeveynlerin çocuklarından elde ettikleri doğrudan fayda gibi. Ayrıca, sermaye kısıtlamalarının bu ilişkinin eğriliğine farklı etkileri olabilir. Makalede belirtilen sonuçlar, çocukların beşerî sermayesi birikimine yapılan yatırımların karmaşıklığını ve ailelerin gelir ve servet düzeylerinin çocuklarının ekonomik refahını nasıl etkileyebileceğini vurgulamaktadır. Ayrıca, çocuklara yapılan yatırımların finansmanındaki kısıtlamaların, ebeveynlerin ve büyükanne-büyükbabanın kazançları ile çocukların kazançları arasında olumsuz bir ilişkiye yol açabileceği belirtilir. Bu durumda, çocukların beşerî sermayesi birikimine yapılan yatırımların finansmanında çeşitli etkenler ve gelir dağılımı önemli bir rol oynamaktadır.

Makalede, ebeveynlerin çocuklarına servet bırakma konusundaki marjinal eğiliminin (3) çoğu ailede büyük olması muhtemeldir. Bu varsayım, çocuklara yapılan yatırımların finansmanında çeşitli etkenler ve gelir dağılımının önemli bir rol oynadığı sermaye kısıtlamalarını ele almak için kullanılır. Daha zengin aileler, çocukların beşerî sermayesine daha uygun yatırımı kendi kaynaklarıyla daha kolay bir şekilde yapabilirler. Ebeveynlerin ve çocukların tüketimi arasındaki ilişki hakkındaki bilgiler, daha zengin ailelerin çocuklarına yapılan yatırımları finanse etmeye yaklaştığını ve bu yatırımların servet etkisinin bağış etkisine hâkim olduğunu gösteriyor. Daha fakir ailelerde ise sermaye kısıtlamaları nedeniyle çocuklara yapılan yatırımların denge marjinal getiri oranları daha yüksek olma eğilimindedir. Makale, çocuklara yapılan yatırımların finansmanında sermaye kısıtlamalarının önemine vurgu yapmakta ve daha fakir ailelerin dezavantajlı konumlarına dikkat çekmektedir. Daha yüksek marjinal getiri oranlarına sahip olan bu ailelere yapılan yatırımlar, eşitsizlikle ölçülen eşitlikten ödün vermeden daha fazla verimlilik sağlayabilir. Ayrıca, kamu programlarının beşerî sermaye yatırımları üzerindeki etkisini analiz ederken hem yeniden dağıtım hem de ikame etkilerinin dikkate alınması önemlidir. Sermaye kısıtlamalarını etkili bir şekilde ele alabilen ve dezavantajlı ailelerde çocukların beşerî sermayesine yapılan yatırımları teşvik edebilen kamu politikaları, toplum için daha fazla verimlilik ve iyileştirilmiş sonuçlar getirebilir.

Devlet sübvansiyonları tarafından teşvik edilen harcamaların aileler içinde yeniden dağıtılması, bazı programların katılımcılar üzerinde neden zayıf etkilere sahip göründüğünü açıklayabilir. Bu zayıf etkiler, ikame etkilerinin önemsiz olduğu veya yeniden dağıtım etkilerini güçlendirdiği anlamına gelmese de, bu programların güçlü dengeleyici ikame etkileri olmadığını öne sürerler. Bu durumda, programların verimliliği ve etkinliği konusunda soru işaretleri ortaya çıkar. Sermayesi kısıtlı ebeveynler, çocuklarının destek sağlaması için varlıklarını azaltmayı tercih edebilirler. Bu nedenle, ebeveynlerin çocuklarına yatırım yapmalarının getiri oranlarının diğer varlıklardan daha yüksek olduğu görülmektedir. Böylece, çocuklarına yapılan yatırımlar, ebeveynler için bir tür sosyal güvenlik ve çocukları için uzun vadeli fayda sağlayabilir. Bu nesiller arası destek sistemi, ailelerin sermaye kısıtlamalarıyla başa çıkmalarına yardımcı olur ve insan sermayesine yatırım yapmanın hem ebeveynler hem de çocuklar için uzun vadeli faydalar sağlayabileceği fikrini güçlendirir. Bu tür anlaşmalar, çocukların ekonomik güvence sağlamalarını ve yaşlı ebeveynlerinin ihtiyaçlarını karşılamalarını kolaylaştırabilir. Ancak, bu durumda bile, devlet programlarının etkinliği ve katılımcılar üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulmalı ve programların ihtiyaçlara uygun bir şekilde tasarlanması önemlidir.

Analiz, yatırımlardaki marjinal getirilerin varlıklara olan getiri oranlarına göre daha az hızlı bir şekilde arttığını ve bu nedenle ebeveynlerin çoğunlukla daha çok varlık şeklinde katkıda bulunacağını göstermektedir. Bu durum, daha zengin ailelerin vergi ödemelerinin büyük bir kısmının miras yoluyla yapıldığını ve varlık ile insan sermayesi arasındaki oranın ebeveynlerin servetinin artış oranına bağlı olarak yükseldiğini göstermektedir. Empirik çalışmalar, gelirin bir bölümünün tasarruf olarak kalmasının gelir arttıkça arttığını göstermektedir. Ancak, bu çalışmalar, insan sermayesine yapılan yatırımları ve kuşaklar arası sermaye kazançları veya kayıplarını tasarruflar olarak hesaba katmamaktadır. Bu nedenle, düşük ve orta gelirli ailelerdeki yatırımların ve kuşaklar arası sermaye kazançlarının daha büyük olması nedeniyle gerçek tasarruf oranlarını eksik göstermektedir. Sonuç olarak, varlık miraslarının çoğunun daha zengin ailelerde bulunmasının nedeni, sınıf farklılıklarına veya tasarruf eğilimlerine değil, daha zengin ailelerin varlık ve insan sermayesi yatırımlarının oranlarındaki farklılıklara dayanmaktadır. Analiz, tüm ailelerin çocuklarına aynı derecede aktristik olduğunu varsaymıştır, ancak yine de görünürde “sınıf” farklılıkları tasarruflarda var olacaktır, çünkü daha düşük gelirli aileler insan sermayesine öncelik vererek tasarruf yaparlar ve bu tasarruflar veya miras olarak kaydedilmez.

Ebeveynlerin çocuklarına yapacakları harcamaları çocukların borcu olacak şekilde finanse edebilselerdi, ebeveynlerin nesiller arasında tüketimdeki göreceli veya mutlak değişimin aynı olacağı varsayımını ele aldık. Ancak, ebeveynlerin tam olarak endowments’larıyla miras bırakmadığı durumda, kazançlar geriye dönerken tüketim otomatik olarak geriye dönmez. Çünkü ebeveynler çocuklarının kendi kazançlarının altında veya üstünde kazanabileceğini öngörebilirler. Bu durumda ebeveynler, karmaşık bir maksimizasyon sorunuyla karşılaşır, çünkü sermaye piyasalarına tam erişimleri olmayan çocuklar için borç yaratma imkânı sınırlı olabilir. Bu da ebeveynlerin göreceli iskonto oranları ve marjinal getiri oranları ile sonuçlanan göreceli tüketimdeki farklılıkları belirler. Ayrıca, gelecek nesillerin belirsizliklerinin tam olarak sigorta edilemediği veya çeşitlendirilemediği gerçeği vurgulanmıştır. Bu belirsizlikler, çocukların kazançları hakkında tam olarak kesinlikleri olmayabileceğini ve daha sonraki nesiller hakkında daha belirsiz olabileceğini gösterir. Tüm bu faktörler, ebeveynlerin çocuklarına yapacakları yatırımları ve miras bırakışlarını karmaşık bir şekilde etkilemektedir. Bu nedenle, gelecek nesillerde tüketimdeki göreceli veya mutlak eşitsizlik derecesinin tamamen aktarılmayacağı sonucuna varılmıştır. Ebeveynlerin kararları, çocukların varlık ve kazançları ile ilgili belirsizlikler ve sermaye piyasalarına olan erişimleri gibi faktörlerden etkilenecektir. Bu da nesiller arasında göreceli ve mutlak büyüme oranları arasında karmaşık bir ilişkiye yol açar. Bu analiz, ebeveynlerin nesiller arasında tüketim ve varlık dağılımını etkileyen faktörleri anlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Ancak, daha fazla detay ve gerçekçilik eklenerek daha kapsamlı sonuçlara ulaşmak için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

Üstel bir fonksiyon kullanılarak tüketimdeki büyümenin bir sürüklenme ile rastgele yürüyüşü izleyeceği gösterilmiştir. Ayrıca, belirsizliğin nesiller arası ortalama düzeyine doğru regresyon derecesi üzerindeki etkisinin fayda fonksiyonunun ikinci ve daha yüksek dereceli türevlerinin işaretleri ve büyüklükleri ile ilgili olduğu belirtilmiştir. Evlilik ve doğurganlık ile ilgili olarak, zengin aileler arasındaki tüketim ve kaynak farklılıklarının gelecek nesillere sürekli olarak aktarılmamasının nedeni açıklanmıştır. Bu durum, zengin ailelerin daha fazla kaynağı ek çocuklar için harcamaya eğilimli olmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, zengin ailelerin çocuk sayısını artırması, her bir çocuğa yapılan bağışı düşürerek, çocuk başına düşen mirası azaltır ve nesiller arası tüketimdeki farklılıkları düzeltir. Bu analizde, çocukların sayısının değişebilmesinin tüketim ve miras dağılımındaki dengesizlikleri nasıl etkilediği vurgulanmıştır. Elbette, daha detaylı analiz ve gerçekçi senaryolarla daha kapsamlı sonuçlar elde etmek için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Ancak, bu çalışma, ebeveynlerin nesiller arası aktarımlarını ve tüketim tercihlerini anlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır.

Kuşaklar arası hareketlilikle ilgili yapılan çalışmaların zorlukları ve kısıtlamaları açıklanmıştır. Tablo 22 ve Tablo 23, farklı veri setlerine dayanan çeşitli çalışmalardan kazançlar, gelirler ve varlıkların ortalama gerileme derecesine ilişkin tahminleri içermektedir. Ancak, çoğu çalışmanın regresyon katsayıları oldukça düşük olduğu için net bir sonuç elde edilememektedir. Yanıt hataları ve geçici gelir bileşenlerinin düzeltilmesi için farklı yöntemler kullanılsa da regresyon katsayılarının düşük olduğu görülmektedir. Bu da kuşaklar arası hareketliliğin tam olarak açıklanmasının zor olduğunu göstermektedir. Ömür boyu kazançlardaki regresyonun dolaylı bir kanıtı, yaşam döngüsü değişkenlikleri tarafından sağlanmaktadır. Endowments (donatılar), bir yaşam boyunca sabit olduğundan, kuşaklar arasındaki ilişkiden daha çok yaşam döngüsü boyunca daha benzer olmalıdır. Ancak, ebeveynlerden çocuklara olan kalıtımın, kazançlardaki kalıcı bileşenlerin korelasyonuna göre daha düşük olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak, kuşaklar arası hareketlilikle ilgili çalışmaların sınırlılıkları ve regresyon katsayılarının düşüklüğü, bu konuda daha fazla araştırma ve analiz yapılması gerektiğini göstermektedir. Daha kapsamlı veri setleri ve yeni analitik yaklaşımlar, kuşaklar arası hareketliliğin anlaşılması için önemli olacaktır.

Babadan oğula endowments (donatılar) için kalıtılabilirdik (h) ve sermaye kısıtlamalarının çocukların insan sermayesine yatırım yapma eğilimini (P*) sınırladığı tartışılmıştır. Araştırmalara göre, h ve P* büyük olmadığı için, aynı ailelerin en iyi ücretli ve prestijli mesleklerde sürekli olarak hüküm süreceği düşüncesi yanlış olmaktadır. Kazançlar için önemli olan endowments’ın kalıtılabilirdik derecesi düşüktür ve aile itibarı, torunların gelirini etkilemeye çok az teşvik sağlamaktadır. Ancak, aile kökeni hala önemlidir ve regresyon derecesi %80 gibi yüksekse, başarılı ailelerin çocukları için ekonomik avantajlar mevcuttur. Ancak, ırk, kast veya diğer kalıcı özelliklere sahip olanlar, yoksulluk nedeniyle daha yavaş ilerleyebilirler. Özellikle siyahilerin, siyahilere yönelik ayrımcılığın etkisiyle göçmenlere kıyasla daha yavaş bir şekilde ilerledikleri belirtilmiştir. Ancak, genç siyahiler için fırsatların son 20 yılda iyileştiği ve genç siyahilerin daha yavaş bir şekilde regresyon gösterdiği belirtilmiştir. Sonuç olarak, bu bölümde kuşaklar arası gelir ve kazanç eşitsizliğini belirleyen faktörlerin karmaşıklığına ve kalıtımın gelir eşitsizliği üzerindeki etkisine dikkat çekilmektedir. Çocukların insan sermayesine yatırım yapma eğilimleri, sermaye kısıtlamaları ve endowments’ın kalıtılabilirdik derecesi gibi faktörlerin anlaşılması, gelir eşitsizliğinin azaltılması için politika yapıcılar ve sosyal bilimciler için önemli bir konudur.

Goldbergler (1985) tarafından yapılan eleştirilere yanıt veriliyor ve çalışmanın önceki bölümlerde sunulan kanıtlarla uyumlu olduğu savunuluyor. Öncelikle, B ve B* kavramlarının farklı olduğu belirtiliyor. B, sermaye kısıtlaması olmayan ailelerin çocuklarına servet bırakma eğilimine atıfta bulunurken, B* ise çocukların insan sermayesine yatırım yapma eğilimini temsil eder. Bu nedenle, düşük B* değerleri ile yüksek B değerleri arasında bir çelişki yoktur. Ayrıca, çalışmanın doğurganlık ve evlilik konularında hala yüksek B değerleri beklediği belirtiliyor. Tablo 23, ebeveynlerin ve çocukların servetleri arasındaki ilişki üzerine üç çalışmanın kanıtlarını sunuyor. Bu verilere dayanarak, servetin kazançlara göre daha yavaş regrese ettiği görülmektedir. Servet, ebeveynlerin kazançlarındaki regresyonu çocukların toplam servetini ve tüketimini korumak için çocuklara varlık bırakarak yavaşça regrese eder. Ancak servet, daha varlıklı ebeveynlerin daha fakir ebeveynlere göre yeterince fazla çocuğa sahip olmaları durumunda hızlıca regrese edebilir. Sonuç olarak, bu bölümde çalışmanın önceki bölümlerde sunulan kanıtlarla tutarlı olduğu ve eleştirilere cevap verdiği belirtiliyor. Kuşaklar arası hareketlilik, servet ve kazanç arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı ve diğer faktörlerin dikkate alınması gerektiği vurgulanıyor.

Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelerde sermaye kısıtlamalarının azaldığı düşünülmektedir. Doğurganlık azalmış, gelirler artmış ve eğitim ile sosyal güvenlik için hükümet destekleri artmıştır. Bu nedenle, çocuklara yapılan yatırımlarda sermaye kısıtlamalarının azaldığı öne sürülmektedir. Goldin ve Parsons’ın (1984) çalışması, 19. yüzyılın sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde fakir ailelerin çocuklarının eğitime katkı sağlamak için erken yaşlarda okuldan çekildiğini göstermektedir. Ancak zamanla eğitim yıllarındaki eşitsizlik azalmış ve aile geçmişinin eğitim başarıları üzerindeki etkisi düşmüştür. Daha az gelişmiş ülkelerde ise aile geçmişinin çocukların başarıları üzerindeki etkisinin Amerika Birleşik Devletleri’nden daha büyük olduğuna dair kanıtlar vardır. Özellikle, baba eğitiminin bu ülkelerde Amerika Birleşik Devletleri’nden daha büyük bir etkisi olduğu belirtilmektedir. Çalışmada geliştirilen model, kazançların, varlıkların ve tüketimin nesiller arası aktarımını ele almaktadır. Model, ebeveynlerin çocuklarının refahıyla ilgilendiğini ve fayda maksimizasyonuna dayandığını varsayar. Nesiller arası hareketlilik derecesi, fayda maksimizasyonu davranışının farklı nesiller ve yatırım ve tüketim fırsatlarıyla nasıl etkileşimde olduğuna bağlı olarak belirlenir. Nesiller arası hareketlilik derecesi, donanımların miras alınabilirliği ve sermaye piyasası kısıtlamaları gibi faktörlere bağlıdır. Özellikle, yoksul ailelerin sınırlı kaynaklarının olması ve kredi alma konusunda zorluk yaşamaları, çocuklarına yapılan yatırımları azaltır. Varlıklar, kazançlardaki regresyonu dengelemek için bir tampon görevi görür ve başarılı aileler, çocukların kazançlarındaki regresyonu dengelemek için varlıkları miras olarak bırakabilirler. Sonuç olarak, çalışma, nesiller arası hareketliliğin çocuklara yapılan yatırımların miras alınabilirlik, sermaye piyasası kısıtlamaları ve aile büyüklüğü gibi faktörlere bağlı olarak değişebileceğini ortaya koymaktadır.

Ebeveynlerin sermaye piyasalarına iyi erişimi olanların çocukların kazançlardaki regresyon etkisini tüketimleri üzerinde etkisiz hale getirebileceği belirtilmektedir. Bu durum, varlık veya borç transferleriyle gerçekleştirilebilir ve tüketim ile miras alınabilirlik ve kazançlardaki regresyon arasında ayrım yapar. Daha fakir ve orta düzeydeki ailelerde, miras bırakmak istemeyenlerin çocukların tüketimini artırması beklenebilir, çünkü düşük kazançlı ailelerde çocukların insan sermayesi yatırımlarının getirileri daha yüksektir. Ancak zengin ailelerde, miras bırakma eğilimi nedeniyle tüketim ve toplam kaynaklar aşağı yönlü regresyon gösterebilir. Ayrıca, kazançların, gelir ve varlıkların ebeveynlerle çocuklar arasındaki ilişkisini inceleyen onlarca deneysel çalışmaya gönderme yapılır. Bu çalışmalarda, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer zengin ülkelerde kazançlardaki regresyonun hızlı ve varlıklardaki regresyonun da önemli olduğu belirtilmektedir. Ancak bu analizlerde, ailelerin farklı nesillerde yükseliş ve düşüşlerine dair bilgilerin olduğu da belirtilir. Modelleme ve analiz, kamu politikalarının ve diğer olayların eşitsizlik ve ailelerin yükselişi ve düşüşü üzerindeki etkisini anlamak için önemli olduğunu vurgular. Teorik analiz ve empirik çalışmaların birlikte ele alınması, gelir eşitsizliği ve ailelerin durumlarını anlamak için daha kapsamlı bir yaklaşım sunar. Sonuç olarak, bu çalışmaların önemi ve değeri vurgulanır ve farklı sonuçlara ulaşan çalışmaların da göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilir.

Becker ve Tomes (1979, ss. 1175-78) bir ilerleyici gelir vergisinin uzun dönemde vergiden sonraki gelirdeki göreceli eşitsizliği artırabileceğini gösterirler. Standart sapma açıkça düşer, ancak ortalama gelirler de sonunda düşer çünkü ebeveynler miraslarını çocuklarına azaltırlar. Goldberger’ın faydalı hesaplamaları (1985, ss. 24-25), ilerleyici ligin artmasıyla vergiden sonraki eşitsizliğin aslında artabileceğimizi analitik olarak kanıtladığımızı desteklemektedir. Ancak hesaplamaları, göreceli eşitsizliğin artmaya başlamadan önce birkaç kuşak geçmesi gerektiği düşüncesini abartmaktadır ve sonunda net bir artış olasılığını küçümsemektedir, çünkü vergi sisteminin sistem dışı unsurlarının eşitsizliğe katkısını göz önünde bulundurmamaktadır (bkz. Becker ve Tomes 1979, ss. 1177-78).Bu çalışmada eşitsizlikle ilgilenmiyoruz, ancak burada geliştirilen modelin, ilerleyici ligin artmasıyla vergiden sonraki eşitsizliğin artabileceğini ima ettiğine inanıyoruz. Gelir vergileri, analizimizde davranışı değiştirirken, denklemlerde (11), (18) ve (27) gibi katsayıları etkileyerek etki eder. İkinci olarak, bu sonuç diğer politikalar için de geçerlidir ve ailelerin karşılaştığı çevredeki çeşitli değişikliklere de uygulanır. Aslında, bu konular eşitsizlik ve nesiller arası hareketlilikle sınırlı değil, tüm sosyal davranışları anlamaya yönelik çabalara uygulanır. Farklı bir kamu programının etkilerini göstermek için, kamu borcu ve sosyal güvenlik sistemlerinin bir ailenin farklı kuşaklarının tüketimine nasıl etki ettiğini düşünelim. Barro (1974), sabit doğurganlık olduğunda, bu makaledeki benzer bir özverili modelini kullanarak, sosyal güvenlik ve kamu borcunun tüketim üzerinde önemli etkileri olup olmadığını sorguluyor. Pozitif miraslar bırakan ebeveynler, sosyal güvenlik veya kamu borcu aldıklarında tüketimlerini artırmazlar. Bunun yerine, bu programların çocukların tüketimine olan etkisini dengelemek için miraslarını artırırlar. Bununla birlikte, borç bırakmalarına engel olan özverili ebeveynlerin tüketimi, sosyal güvenlik ve kamu borcu tarafından artırılır ve çocuklarının tüketimi azalır (bkz. Drazen 1978).Becker ve Tomes (1979, ss. 1175-78) bir ilerleyici gelir vergisinin uzun dönemde vergiden sonraki gelirdeki göreceli eşitsizliği artırabileceğini gösterirler. Standart sapma açıkça düşer, ancak ortalama gelirler de sonunda düşer çünkü ebeveynler miraslarını çocuklarına azaltırlar. Goldberger’ın faydalı hesaplamaları (1985, ss. 24-25), ilerleyici ligin artmasıyla vergiden sonraki eşitsizliğin aslında artabileceğimizi analitik olarak kanıtladığımızı desteklemektedir. Ancak hesaplamaları, göreceli eşitsizliğin artmaya başlamadan önce birkaç kuşak geçmesi gerektiği düşüncesini abartmaktadır ve sonunda net bir artış olasılığını küçümsemektedir, çünkü vergi sisteminin sistem dışı unsurlarının eşitsizliğe katkısını göz önünde bulundurmamaktadır (bkz. Becker ve Tomes 1979, ss. 1177-78).Bu çalışmada eşitsizlikle ilgilenmiyoruz, ancak burada geliştirilen modelin, ilerleyici ligin artmasıyla vergiden sonraki eşitsizliğin artabileceğini ima ettiğine inanıyoruz. Gelir vergileri, analizimizde davranışı değiştirirken, denklemlerde (11), (18) ve (27) gibi katsayıları etkileyerek etki eder. İkinci olarak, bu sonuç diğer politikalar için de geçerlidir ve ailelerin karşılaştığı çevredeki çeşitli değişikliklere de uygulanır. Aslında, bu konular eşitsizlik ve nesiller arası hareketlilikle sınırlı değil, tüm sosyal davranışları anlamaya yönelik çabalara uygulanır. Farklı bir kamu programının etkilerini göstermek için, kamu borcu ve sosyal güvenlik sistemlerinin bir ailenin farklı kuşaklarının tüketimine nasıl etki ettiğini düşünelim. Barro (1974), sabit doğurganlık olduğunda, bu makaledeki benzer bir özverili modelini kullanarak, sosyal güvenlik ve kamu borcunun tüketim üzerinde önemli etkileri olup olmadığını sorguluyor. Pozitif miraslar bırakan ebeveynler, sosyal güvenlik veya kamu borcu aldıklarında tüketimlerini artırmazlar. Bunun yerine, bu programların çocukların tüketimine olan etkisini dengelemek için miraslarını artırırlar. Bununla birlikte, borç bırakmalarına engel olan özverili ebeveynlerin tüketimi, sosyal güvenlik ve kamu borcu tarafından artırılır ve çocuklarının tüketimi azalır (bkz. Drazen 1978).

işbölümü ve koordinasyon maliyetleri arasındaki ilişkiyi ele alır. İş bölümü, birçok görevin bir araya getirilerek ortak bir çıktının üretildiği süreci ifade eder. Uzmanlaşma sayesinde her görev daha verimli bir şekilde yerine getirilirken, ekip büyüdükçe koordinasyon maliyetleri artar. Verimli işbölümü, koordinasyon maliyetlerine göre sınırlandırılır ve pazar büyüklüğünden bağımsızdır. Makale, gerçek takımların verimli olduğu ve her üyenin gelirini maksimize ettiği varsayımıyla işbölümü ve uzmanların koordinasyon maliyetlerini analiz eder. Rekabetçi ürün ve işgücü piyasalarında bu yaklaşımın geçerli olduğu belirtilir, ancak farklı firmalarda çalışan üyeler arasında verimli takımların elde edilmesinde rekabetin yetersiz olabileceği ifade edilir. Yazarlar, örneklerle işbölümünün çeşitli alanlarda nasıl etkili olduğunu açıklar. Bal arılarındaki yaşa bağlı işbölümü, ekonomistler ve hukukçular arasındaki uzmanlaşma, tarihçilerin dar zaman dilimlerine odaklanması gibi örnekler, işbölümünün çevresel faktörlerden etkilendiğini gösterir. Sonuç olarak, makale işbölümü ve koordinasyon maliyetleri arasındaki ilişkiyi açıklar ve bu kavramların ekonomik ilerlemeyi, endüstri organizasyonunu ve işçilerin faaliyetlerini nasıl etkilediğini anlamak için önemli bir çerçeve sunar.

Şirketler, özelleşmiş takım üyelerini daha düşük maliyetlerle koordine etmek için dikey entegrasyon yerine piyasa işlemlerini tercih ederler. Bu nedenle, benzer iş kolları veya sektörlerin aynı coğrafi bölgeye yerleştiği özelleşmiş endüstriler sıkça gözlemlenir. Örneğin, bilgisayar endüstrisi ABD’nin Silicon Vadisi’nde, giyim endüstrisi bir zamanlar Manhattan’ın Batı Yakası’nda ve 19. yüzyılın ortalarında küçük silah endüstrisinin büyük bir kısmı Birmingham’ın küçük bir bölgesine yerleşmişti. Bu örnekler, iş bölümünün ve uzmanlaşmanın nasıl piyasa işlemleri aracılığıyla etkin bir şekilde yönetildiğini gösterir.

Girişimciler, farklı türdeki emeği ve sermayeyi koordine etmekle önemli bir işlev üstlenirler. Ekonomistler, girişimciliğin temel işlevlerinin koordinasyon ve uzmanlaşma olduğunu düşünürler. Girişimciliği teşvik eden ekonomik sistemler, koordinasyon maliyetlerini düşürerek ve iş bölümünü yaygınlaştırarak verimli bir şekilde çalışırken, merkezi olarak planlanan ekonomiler girişimciliği engelleyerek ve koordinasyon kapasitesini zayıflatır. Fiyat sistemi aracılığıyla koordinasyon, farklı katılımcıların özelleşmiş bilgisini etkin bir şekilde birleştirmenin temelidir. Bilgi artışı ve koordinasyon maliyetlerindeki azalma, uzmanlaşmayı teşvik eden önemli güçlerdir. Bu durum, uzmanlık için yatırım yapılan bilginin, verilen bilgiye bağlı olarak teşviklere tabi olduğu anlamına gelir. Uzmanlaşma ve işbölümü, tarihsel olarak büyük bir artış göstermiştir ve ekonomik büyüme ile ilişkilendirilir. Bu artış, bilgi artışı ve koordinasyon maliyetlerindeki düşüşten kaynaklanmaktadır. Uzmanlık, piyasa büyüklüğünden ziyade bilgi artışı ve koordinasyon maliyetlerine bağlı olarak belirlenir. Sonuç olarak, uzmanlaşma ve ekonomik büyüme arasındaki etkileşim, bilgi birikimi ve koordinasyon maliyetlerinin rolünü gösteren önemli bir faktördür. İnsan sermayesi ve teknoloji yatırımlarının, uzmanlaşma ve iş bölümünü teşvik ettiği belirtilmektedir.

Işçilerin farklı sektörlere özelleşmesi ve uzmanlaşmanın ekonomik ilerlemeyle ilişkisi incelenmektedir. İşçiler, belirli mal ve hizmetlerin üretiminde ve görevlerde uzmanlaşarak ekonomiye katkı sağlarlar. Uzmanlaşma ve iş bölümü, daha fazla verimlilik ve ekonomik ilerleme ile sonuçlanabilir. İnsan sermayesine yapılan yatırımların büyüme üzerinde önemli bir etkisi olduğu vurgulanmaktadır. İnsan sermayesi, bilgi ve becerilere dayandığı için ekonomik gelişme için hayati önem taşır. İnsan sermayesine yapılan yatırımların getirileri, büyüme ile artabilir, bu da ülkeler arasında gelir düzeyi farklılıklarına yol açabilir. Nüfus artışı da ekonomik büyüme üzerinde etkili olmaktadır. Yüksek nüfus artışı, yatırımları azaltıcı etkiye sahip olabilir ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilir. Sonuç olarak, insan sermayesi yatırımlarının ekonomik büyümeye olan etkisi ve nüfus artışı ile insan sermayesi yatırımları arasındaki ilişki üzerinde durulmaktadır. Bu faktörlerin ekonomik ilerlemeye etkisi, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ve ekonomik deneyimleri arasında farklılıklara yol açabilir.

ekonomik büyüme, insan sermayesi ve doğurganlık arasındaki ilişki incelenmektedir. İnsan sermayesi, bilgi ve becerilere dayalı olarak üretilen bir kavram olarak ele alınır ve ekonomik gelişme ve ilerleme için kritik bir faktör olarak kabul edilir. İnsan sermayesine yapılan yatırımların getirisi, artan bilgi ve beceriye dayalı olarak azalmaz ve dolayısıyla bu tür yatırımların süregeldiği iki istikrarlı denge durumu oluşur. Biri düşük insan sermayesi ve yüksek doğurganlıkla, diğeri ise yaygın insan sermayesi ve düşük doğurganlıkla karakterizedir. Ayrıca, insan sermayesi yatırımlarının ekonomik büyümeye nasıl etki ettiği ve insan sermayesi sektörünün tüketim sektöründen farklılaştığı da vurgulanmaktadır. İnsan sermayesi sektörü, nitelikli ve eğitimli işgücüne dayalıdanken, tüketim sektörü niteliksiz işgücüne daha fazla dayanır. Bu farklılıkların ekonomik sonuçları ve ülke düzeyindeki farklılıklar açıklanır. Sonuç olarak, bu özetler, insan sermayesinin ekonomik büyüme ve kalkınma üzerindeki etkisini anlamak için farklı modellerin ve analizlerin sunulduğu kapsamlı bir incelemeyi temsil ediyor. İnsan sermayesine yapılan yatırımların, ekonomik gelişmişlik düzeyi ve doğurganlık oranları gibi bir dizi faktöre bağlı olarak nasıl değişebileceği ve ekonomik sonuçlarının nasıl şekillenebileceği önemli bir konu olarak ele alınmıştır. Bu tür analizler, ekonomi politikalarının tasarımında ve uygulanmasında önemli bilgiler sağlayabilir.

fiziksel sermayenin savaş veya diğer felaketlerle yok olması durumunda insan sermayesine yapılan yatırımların ve H’nin getirilerinin artacağından ve bu durumun gelecekte insan sermayesi stoğunun artmasına ve dolayısıyla kişi başına gelirin yükseleceğine dair bir analiz yapılmaktadır. Ancak bu artışın gerçekleşmesi, felaketin ilk etkisi olan kişi başına gelirdeki düşüşü aşan bir süreçtir ve felaketin yaşandığı dönemdeki toplum için hala olumsuz sonuçlara neden olur. Öte yandan, eğer bir felaket insan sermayesini yok ederse, örneğin eğitimli sınıfın ortadan kalkması gibi, hem H hem de K’ya yapılan yatırımlar azalır ve ekonomi, insan sermayesinin yok edilmediği duruma göre daha düşük kişi başına gelire sahip olur. İnsan sermayesinin yeterince yok edilmesi durumunda, ekonomi asla tekrar büyüme yolu üzerine dönemez ve gelişmemiş istikrarlı bir dengeli duruma sürüklenir. Aynı zamanda, eğer denklemde (3) bir birimden küçükse, yani insan sermayesinin verimliliği düşüyorsa, sürekli bir denge yerine, sabit seviyelerde H, K ve n’ye sahip istikrarlı bir dengeli durum oluşur. Bu durumda, insan sermayesine yapılan yatırımların getirisi artık insan sermayesinin artışıyla düşer ve sabit seviyeye gelir. Ancak bu denge de istikrarlıdır ve denge yolundan sapmaları önler. Sonuç olarak, insan sermayesi ve fiziksel sermayenin felaketlerden etkilenme şekli ve ekonomik sonuçları oldukça farklılık gösterir ve felaketlerin ekonomik büyüme ve gelir üzerinde karmaşık etkileri vardır.

Malthus’un insan sermayesine pek önem vermediği ve sadece ebeveynlerin çocuk sayısına odaklandığı vurgulanıyor. Ancak modern ekonomilerde insan sermayesinin önemi ve doğum oranları üzerindeki etkileri inceleniyor. Malthus’un modeli, gelişmiş olmayan durgun bir denge durumunu temsil ediyor ve bu tür ekonomilerdeki doğum oranlarının değişkenlikleri, gelir düzeyini sabit tutmaya yardımcı olabiliyor.Ancak günümüzde, Batı’da başlayan ve sürekli gelir artışı ve doğum oranlarının düşüşü ile karakterize olan gelişme süreci, Malthus’un modelini geçerliliğini yitiren bir yapıya dönüştürmüştür. Gelişen ekonomilerde teknolojik ve diğer değişiklikler, insan ve fiziksel sermayeye yapılan yatırımları artırarak ekonomiyi durgunluğun ötesine taşıyabilir. Bununla birlikte, bu tür değişikliklerin zamanlaması ve büyüklüğü şans faktörlerine bağlıdır ve tarihsel süreçte meydana gelebilecek nadir ve etkili olaylar, ekonomiyi kalıcı bir şekilde değiştirebilir.Analiz, insan sermayesine yapılan yatırımların getirisinin, gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasında farklılık gösterdiğini gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde eğitim ve diğer insan sermayesi yatırımlarının getirisi, fiziksel sermayeye göre daha yüksek olma eğilimindedir. Bu nedenle, eğitimli ve yetenekli kişilerin daha fakir ülkelerden daha zengin ülkelere göç etmesinin sebepleri açıklanabilmektedir.Ekonomik gelişme, evli kadınların işgücüne katılımında da büyük değişikliklere yol açmıştır. Gelişme ile birlikte doğum oranları düşer ve ücretler yükselir, bu da evli kadınların iş gücüne katılma eğilimini artırır ve geleneksel cinsiyet rollerini zayıflatır.Sonuç olarak, insan sermayesi ve doğum oranları üzerindeki analiz, ekonomik gelişmenin karmaşık etkilerini ve durgunluğun ötesindeki süreçleri anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bu süreçler, şans faktörlerinin yanı sıra teknolojik ve politik değişikliklerin etkileşiminden kaynaklanmaktadır.

savaşlar ve diğer felaketler sonucunda meydana gelen tahribatların genellikle şaşırtıcı derecede hızlı bir şekilde onarıldığı ve ülkelerin çabuk toparlandığı biliniyor. John Stuart Mill’in de dikkat çektiği gibi, depremler, seller, kasırgalar ve savaşların yol açtığı zararların kısa sürede ortadan kalktığı gözlemlenmiştir. Ancak Mill’e göre, toparlanma hızı, nüfusun çoğunluğunun önceki bilgi ve becerilerini korumasına bağlıdır.Grafik 16, bir ülkede savaş nedeniyle fiziksel sermayenin tahrip olmasının, bu sermayeye daha hızlı yatırım yapılmasını teşvik ettiğini gösteriyor. Aynı şekilde, insan sermayesine yapılan yatırımların da hızlanabileceği belirtiliyor. Bu durumda, kişi başına düşen gelirler zamanla savaş olmamış bir senaryoya göre daha yüksek olabilir, ancak bu durum aynı zamanda mevcut nesillerin yaşam kalitesini düşürebilir. Bu analiz, II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya’da hızlı toparlanma ve ardından güçlü bir büyüme yaşanmasını açıklayabilir ve bazı insanların yanılgıya düşmesine neden olmuştur; çünkü ülkelerin fiziksel sermaye stokları savaşla yok edilerek fayda sağlanabileceği düşüncesi hakim olmuştur.Aynı zamanda, Mill’in dikkat çektiği bilgi ve becerilerin korunmasının önemi de vurgulanıyor. Bir ülkede bilgi ve becerilerin sınırlı ölçüde kaybı hızlı bir toparlanmaya yol açabilir, ancak önemli bilgi kayıpları, hem fiziksel sermaye hem de insan sermayesinin durgun bir duruma doğru kaymasına neden olur. İnsan sermayesi, insanlarda somutlaşan bilgi ve becerilere dayandığı için, çok fazla bilgi kaybı, ekonomik büyümenin temelini oluşturan bilgi birikimini yitirme riskini beraberinde getirir.

büyüme analizimiz endojen doğurganlık ve insan sermayesinin artan getiri oranı varsayımına dayanıyor. Toplumlar, nesiller arası tasarruf yapabilirler; birçok çocuğun doğumu, her çocuğa büyük yatırım yapılması ve fiziksel sermayenin uzun süreli birikimiyle gerçekleşebilir. İnsan sermayesi bolluğunda, insan sermayesi yatırımlarının getiri oranları, çocuklara yapılan yatırımların getiri oranlarına göre yüksektir. Ancak insan sermayesi kıt olduğunda, insan sermayesi yatırımlarının getiri oranları çocuklara yapılan yatırımların getiri oranlarına göre düşüktür. Bu nedenle, sınırlı insan sermayesine sahip toplumlar geniş aileler seçerken ve her bireye az yatırım yaparken, bol insan sermayesine sahip toplumlar tam tersini yapar.İnsan sermayesinin miktarı arttıkça insan sermayesine yatırım yapmaya olan teşvik artar ve bu durum iki istikrarlı denge durumuna yol açar. Birinci denge durumunda büyük aileler ve az insan sermayesi vardır; ikinci denge durumunda ise küçük aileler ve büyük ve belki de artan insan ve fiziksel sermaye bulunmaktadır. Bir ülke, uzun süreli iyi şans ve yatırımı teşvik eden politikaları varsa, Malthusian denge durumundan gelişme denge durumuna geçebilir.Büyüme süreci hala oldukça az anlaşılmış bir konudur; neden bazı ülkeler ve bölgeler diğerlerinden daha hızlı büyümüş ve büyüme liderleri farklı tarih dönemlerinde farklı olmuştur? Analizimiz, büyüme ve kalkınmada önemli değişkenleri vurgulamaktadır: insan sermayesine yapılan yatırımlar, aile büyüklüğü ve doğurganlık oranları üzerine yapılan seçimler, insan sermayesi ile fiziksel sermaye arasındaki etkileşim, birden fazla istikrarlı denge durumunun varlığı ve şans ve geçmişin önemli rolü. Umuyoruz ki, bu analiz büyüme konusundaki anlayışı birkaç adım ileri taşıyacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir