GİRİŞ
Ünlü blogger ve yorumcu Andrew Sullivan’ın “bir zamanlar bende insandım” başlıklı yedi bin kelimelik yazısı 2016 yılının Eylül ayında New York Magazin’de yayınlandı. Yazının hayli tedirgin edici alt başlığında şu yazıyordu: “sonu gelmez haber, dedikodu ve görsel bombardımanı bir emanet bilgi bağımlılarına çevirdi ve ben çöktüm sizi de çökertebilir.
Modern dijital hayata dair sohbetler esnasında en sık işittiğim kavramlardan biri tükenmişlik oldu.
Yani durum giderek kontrollerinden çıkıyor.
Bir yerlerde yeni bir gelişme var mı diye iki de bir Tweeter’a bakma veya Reddit’deki yeni içeriklere göz atma dürtüsü sinirsel tepkiye dönüşüyor. Bunlar yüzünden zaman o kadar ufak parçalara bölünüyor ki anlam ve amaç oldu bir hayat için gerekli odaklama haline imkân kalmıyor.
Bu bağımlılık yapıcı özelliklerinden bazıları tesadüfiyken (mesajlaşmanın insanın dikkatini bu kadar gülcü bir şekilde ele geçirebileceği pek az insan ön görmüştü) birçoğu da kasıtlı (sosyal medya iş planlarının çoğunun temelinde saplantılı kullanım yer alıyor). Fakat kaynağı ne olursa olsun, ekranlara yönelik bu karşı konulmaz çekim yüzünden insanlar dikkatlerini nasıl yönlendireceklerini konusundaki özelliklerini gitgide kaybettiklerini hissediyorlar. Elbette bu dünyaya adım atarken kimsenin niyeti kontrolünü kaybetmek filan değildi. Uygulamaları indirip hesap açmak için, herkesin bir takım geçerli sebepleri vardı, fakat nihayetinde kaderin ironik bir cilvesiyle karşı karşıya kaldılar. Bu hizmetler, onları ilk başta cazip kılan değerleri baltalamaya başlamıştı. Dünyanın öbür ucundaki arkadaşlarıyla irtibatta kalmak için Facebook’a üye olmuşlardı, fakat nihayetinde masanın öbür ucundaki arkadaşlarıyla bölünmeden, dolu dolu sohbet edemeyecek halde buldular kendilerini.
Pek çok insan, sosyal medyanın ruh hallerini etkileme yetkisinin altını çizdi. Arkadaşlarının sosyal medyada kılı kırk yararak sergiledikleri hayatlarına sürekli maruz kalmak hele ki moralsiz bir dönemdelerse insanların kendilerini yetersiz hissetmesine yol açıyor. Bu durumun gençler üzerindeki zalimane etkisi ise toplumun dışına itilmek oluyor.
Konu üzerine düşünür ve araştırırken karşılaştığım bu kaygı verici sorunlar (söz konusu araçların insanı bağımlılaştırıp tüketecek derecede aşırı kullanımı, özerkliği baltalama, mutsuz etme, karanlık dürtüleri ortaya çıkarma ve daha anlamlı faaliyetlerden alıkoyma gücü), pek çok insanın günümüz kültürüne egemen olan teknolojilerle kurduğu endişe verici ilişkiyi net bir şekilde görmemi sağladı. Başka bir deyişle, “Bir zamanlar ben de insandım,” diye hayıflanan Andrew Sullivan’ın ne demek istediğini artık çok daha iyi anlıyorum.
Egemen kültürün bu araçlara ilişkisinde zararlar ile faydaların birbirine karıştığı gerçeği oldu.
Bununla birlikte, insanlar kullandıkları cihazların kölesi oldukları hissinden de bıkmış durumda. Bu gerçek, karmakarışık bir duygusal manzara yaratıyor: Enfes fotoğraflar keşfetme imkânı verdiği için Instagram’ı baş tacı eden bir kimse, bir zamanlar sohbet ederek veya bir şeyler okuyarak geçirdikleri akşamları Instagram’ın nasıl da kolayca ele geçirebileceğinden yakınabiliyor.
Kullanıcıları bağımlı kılmak üzere geliştirilen tasarımları ve bunları destekleyen kültürler bu baskın güç. Günü kurtarmaya yönelik yaklaşımların başa çıkamayacağı kadar etkiliydi. Geçici çözümler işe yaramaz bir hal almıştı. Bu noktada okuyucuların tam teşekküllü bir teknoloji kullanımı felsefesine ihtiyacı var. Gönülden bağlı olduğunuz değerler üzerine kurulu, hangi araçları ne şekilde kullanmanız gerektiğine dair net yanıtlar veren ve ayrıca geri kalan her şeyi gönül rahatıyla yok saymamanıza imkân verecek bir felsefe. Bu amaca hizmet edebilecek pek çok felsefe mevcut.
Bir uçta, yeni teknolojilerin büyük ölçüde terk edilmesi gerektiğini savunan yeni nesil makine kırıcılar [Neo-Luddites] var. Diğer uçtaysa Niceliksel Benlik [Ouantified Self] sevdaları yer alıyor; bu gruptakiler, yaşam biçimlerini optimize etmek amacıyla dijital araçları hayatlarının her alanına titizlikte yerleştiriyorlar. Bense birbirinden farklı pek çok felsefeyi inceledikten sonra, içinden gelmek olduğumuz bu teknolojik doz aşımı döngüsünden başarıyla çıkmak isteyenlerin arayışına denk düşen yegâne felsefenin dijital minimalizm olabileceği sonucuna vardım. Bu felsefe, dijital araçlarla kurduğumuz ilişkide azın çok olabileceği inancına dayanıyor.
Bu insanlar, ileri teknolojinin egemenliği altındaki günümüz dünyasında başarının sırrının teknolojin kullanımına daha az vakit ayırmaktan geçtiğinin farkındalar.
Birinci kısım, bu felsefeyi benimsemek için önerdiğim yöntemle, yani dijital temizlik [digital declutter] ile kapanıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi, teknolojiyle ilişkinizi kökünden değiştirmek için agresif eylemlere ihtiyacınız var. Dijital temizlikte işte bu türden eylem.
Kitabın ikinci kısmında, dijital minimalizmi sürdürebilir bir yaşam tarzına çevirmenize yarayacak birtakım fikirleri yakından inceleyeceğiz. Bu kısımda, gönüllü yalnızlığın önemi ve bugün çoğu insanın bilinçsizce cihaz kullanmaya ayırdığı vakti kaliteli boş zaman aktivitelerine ayırmanın gerektiği gibi meselelere eğiliyorum.
İleri teknoloji araçlarını belli kurallar dahilinde kullanarak dijital dikkat endüstrisinin ürünleri faydaya çeviren, fakat bir yandan da saplantılı kullanım tuzağına düşmemeyi başaran bireylerden müteşekkil, az çok örgütlü denebilecek bir hareket bu.
“Sayısız insan seziş bir ümitsizliğin hâkim olduğu hayatlar sürüyor.” Kısa vadeli tatmine yeğleyen bir felsefe Yani dijital minimalizm gibi bir felsefe.
BİRİNCİ KISIM
TEMELLER
I
EŞİTSİZ SİLAHLANMA YARIŞI
BİZİM KAYBOLDUĞUMUZ ŞEY BU DEĞİLDİ
Sosyal medya ve akıllı telefonlar gibi yeni teknolojileriler 20. Yüz yıldan miras kalan yaşam tarzımızı muazzam biçimde değiştirdiğine artık kimsenin itirazı yok. Fakat bu değişimi resmetmenin pek çok yolu var. Örneğin her an her yerde internete bağlı olmayı dayatan modern var oluşumuzda “sadece kendinden ibaret bir anın tuhaf bir biçimde tatsız hissettirdiğine” işaret eden eleştirel düşünür Laurance Scott’un bir hayli isabetli.
Çaktırmadan hayatımıza giren bu değişim o kadar hızlı oldu ki son on yılda ardı andına yaşanan gelişmelerden aslında ne beklediğimizi sorgulama fırsatı bile bulamadık. Yeni teknolojileri çok da mühim olmayan gerekçelerle hayatımızın çeperlerine ekledik. Fakat bir sabah uyandığımızda bunların gündelik hayatımızın merkezine kurdukları koloniyle karşılaştık. Başka bir deyişle, bugün içine gömüldüğümüz dijital dünyayı en baştan itibaren kabul etmiş filan değiliz; daha ziyade yuvarlanıp içine düştük.
Kontrolü kaybetme duygusu. Gün içinde onlarca kez, mesela çocuğumuzla ilgilenmemiz gereken bir vakitte kendimizi telefona kaptırdığımızda veya sanal bir kitleye ulaştırmak gibi garip dürtülere kapılmadan güzel bir anin tadını çıkarma yetimizi kaybettiğimizde tekrar tekrar yaşadığımız bir duygu bu.
Mesele bu araçların işe yarayıp yaramaması değil mesele özerkliğimiz
BİSİKLET YAKALI TÜTÜN TACİRLERİ
Sosyal medya sektörünün kodamanları daha iyi bir dünya için çalışan iyi niyetli bilgisayar kurtları ayağına yatmaktan vazgeçip çocuklara bağımlılık yapıcı ürünler satan bisiklet yaka tişört giymiş tütün tacirlerinden başka bir şey olmadıklarını kabul etseler iyi olur. Çünkü şu gerçekle artık yüzleşmemiz gerek kaç beğeni aldığınıza bakmak sigara içmenin yerine geçti.
Silikon Vadisinin aslında uygulamaları değil de insanları mı programladığını soran Cooper Harris in verdiği yanıt şu oldu. Evet insanları programlıyorlar Teknolojinin nötr filan olduğuna dair bir muhabbet dönüp duruyor. Onu nasıl kullanacağımız bize bağlıymış falan filan. Bu düpedüz yalan Teknoloji nötr filan değil. Sizin teknolojiyi belli şekillerde para kazanıyorlar.
Büyük tütün şirketleri sigaraları bağımlılık yapma gücünü artıracak şekilde üretiyorlardı.
Maher’ın vardığı sonuç da şuydu ‘’Nasıl ki Philip Morris ciğerlerinizin peşinde ise uygulama mağazaları da ruhlarınızın peşinde.’’
Google’ın 2011 yılında Apture’u satın almasından sonra Harris, Gmail gelen kutusu ekibinde görevlendirildi. Milyonlarca insanın davranışlarını etkileyecek ürünler üzerinde çalışmaya başlayan Harris, Google’da geçirdiği süre boyunca giderek kaygılanmaya başladı. Burning Man festivalinde zihin açıcı bir deneyiminden sonra “Dikkat dağınıklığını asgariye indirmek ve kullanıcıların zihnine saygı duymak için bir çağrı” başlıklı, 144 slayttan oluşan bir manifesto yazıp Google’daki birkaç arkadaşına gönderdi. Şirkette çalışan binlerce insana yayılan manifesto sonunda şirketin CEO’su Larry Page’e kadar ulaştı. Page bu cesur fikirleri hakkında konuşmak üzere Harris’i görüşmeye çağırdı. “Ürün filozofu” diye bir pozisyon uyduran Page, Harris’i bu göreve atadı.
Fakat sonra değişen pek bir şey olmadı. 2016 yılında Atlantik’te çıkan bir yazıda Harris, organizasyondaki “Atalet” in kırılamamasından ve savunduğu şeye dair belirsizlikten yakındı. Temel sürtüşme sebebiyle çok daha basitti elbette: Dikkat dağınıklığını asgariye indirip kullanıcıların zihnine saygı duymak, kârın azalması anlamına geliyordu. Dikkat ekonomisinin, Google gibi şirketleri “beyin sapının dibine doğru bir yarışa” sürüklediğini söyleyen Harris’in de bugün artık kabul ettiği gibi, para getiren, saplantılı kullanımdır.
Neticede Harris işinden ayrıldı ve “reklamlara değil, bize hizmet eden bir teknoloji” talebini misyon edinen Time Well Spent [İyi Harcanan Zaman] adlı bir sivil toplum kuruluşunu hayata geçirdi. Ayrıca, teknoloji şirketlerinin zihinlerimizi “gasp etmek” için ne kadar ileri gidebileceklerine dair uyarılarını dünya kamuoyuyla paylaştı.
Adam Alter, bir araştırma konusu olarak teknolojiyle ilk kez 2013 yılında ilgilenmeye başladı. Princeton Üniversitesi’nde sosyal psikoloji alanında doktora karşı yapmış bir işletme hocası olan Alter, çevresel faktörlerin düşünce ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini inceledi.
Adam Alter’a gelene dek, akıllı telefonlar ve bilgisayar oyunları gibi yeni teknolojilerle kurduğumuz tekinsiz ilişkiyi sorgulayan pek çok düşünür olmuştu elbette, fakat Alter’ı diğerlerinden ayıran özelliği psikoloji eğitimi almış olmasıydı. Meseleye kültürel bir fenomen olarak yaklaşmak yerine, psikolojik kökenlerine odaklandı. Bu yeni bakış açısı Alter’ı kaçınılmaz ve tartışılmaz biçimde can sıkıcı bir yere getirdi. “Bağımlılık bilimi”.
Bağımlılık, bir insanın, tüm zararlı sonuçlarına rağmen, ödüllendirici etkilerinin cazibesine kapılması sebebiyle belli bir maddeyi tekrar tekrar kullanması veya belli bir davranışı tekrar tekrar sergilemesidir.
2010 yılında American Journal of Drug and Alcohol Abuse’da yayınlanan önemli bir makalede, davranışsal bağımlılıkların birçok alanda madde bağımlılığına benzediğine dair elde edilen bulgulara yer veriliyordu. Bu türden bozuklukların en iyi bilinen iki örneği olarak patolojik kumar ve internet bağımlılığından söz ediliyordu makale. Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013 yılında yayınlanan Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders kataloğunun beşinci edisyonuna (DSM-5) davranışsal bağımlılıkları da teşhis edilebilir bir sorun olarak ekledi.
Araştırmaları sırasında Alter’ın net bir şekilde gördüğü ikinci şeyse biraz daha rahatsız edici türden. Tristan Harris’in de ikaz ettiği gibi, yeni teknolojilerin bağımlılık yapıcı özellikleri çoğu örnekte tesadüfi değil; aslında bunlar titizlikle planlanmış tasarım özellikleri.
Alter, belli bir teknolojinin beynimizi ele geçirip sağlıksız bir kullanım alışkanlığı yaratma şansını arttıran çok sayıda farklı “muhteviyatı” ele alıyor. Alter’ın bu teferruatlı incelemesinde yer verdiği iki etkiye kısaca bende değineceğim: “aralıklı olumlu pekiştirme [intermittent positive reinforcement] ve toplumsal onay dürtüsü [drive for social approval]”. Teknoloji şirketlerinin davranışsal bağımlılıkları nasıl teşvik ettiğini araştırırken konuyla yakın alakalı bu iki etki benimde sürekli karşıma çıktı.
Beyinlerimiz bu iki etkiye son derece duyarlı. Bu husus önemli, zira insanları durmadan telefonlarına veya bilgisayarlarına bakmaya iten uygulamalar ile web sitelerinin pek çoğu, kendilerini neredeyse karşı konulmaz kılmak için bu iki etkiyi adeta birer kanca olarak kullanıyor.
Aralıklı olumlu pekiştirme ile başlayalım. 1970’lerdeki güvercin deneyiyle Michael Zeiler’ın da ortaya koyduğu gibi, ne zaman verileceği öngörülemeyen ödüller, belli bir düzen içinde verilen ödüllere nazaran çok daha cezbedicidir.
Sahte hazzın ışıltılı çanlarını çalarken, tepki almamak insana kendini kötü hissettiriyor. Fakat her halükârda alınacak sonuç belirsiz olduğundan, bağımlılık psikolojisinin de bize gösterdiği gibi, paylaşım yapma ve hesapları kontrol etmem faaliyeti karşı konulmaz ölçüde cazip hale geliyor.
Sosyal medyanın geri bildirimleri, öngörülemez pekiştirme özelliğine sahip yegâne çevrimiçi faaliyet değil elbette. Belli bir web sayfasına belli bir amaçla mesela hava durumuna bakmak amacıyla girip, yarım saat sonra kendini o galeriden öbürüne, bir başlıktan diğerine şuursuzca atlarken bulmamış pek az insan vardır herhalde. Öngörülemez geribildirimin teşvik ettiği bir diğer davranış da bu işte: Pek çok çevrimiçi içeriğin bomboş olduğu bir gerçek, fakat nadiren de olsa güçlü duygular uyandıran, mesela öfkelendiren ya da güldüren içeriklerde de karşılaşıyoruz. Tıklanan her cazip başlık veya yeni sekmede açılan her ilgi çekici bağlantı, kumar makinesinin kolunu çekmeye benziyor bir anlamda.
İlk örneği Facebook olan bu uygulamaların inşasında rol oynayan düşünce sürecinin gelip dayandığı yer şuydu: “İnsanların vaktini ve bilinçli dikkatini azami düzeyde nasıl tüketebiliriz?” Bu, Sizlere ara sıra ufak bir doz dopamin vermemiz gerektiği anlamına geliyordu ve bu da birilerinin fotoğrafınızı veya gönderinizi beğenmesi ya da yorumlamasıyla gerçekleşiyordu.
Davranışsal bağımlılıkları teşvik eden ikinci etkiye, yani toplumsal onay dürtüsüne.
Eğer çok sayıda insan son İnstagram gönderinizin altındaki minik kalp ikonuna tıklarsa, kabilenin onayını almış gibi hissedersiniz; zaman içinde güçlü bir şekilde arzu etmeye uyarlandığımız bir şeydir bu. Bu evrimsel pazarlığın öbür yüzü de var tabii: Olumlu geribildirim almamak, üzüntüye yol açar. Yontma Taş Devri zihinleri için önemli bir meseledir bu, o yüzden bu “hayati” bilgiyi takip etme ihtiyacını da beraberinde getirir.
Yontma Taş Devri’nden kalma beynimiz, yeni gelen bir mesaja yanıt vermemeyi, ateşin başında dikkatimizi çekmeye çalışan bir kabile üyesini hiçe saymakla bir tutuyor. Tehlikeli olabilecek toplumsal falso yani.
Toplumsal onay bildirimi döngüsü. İnsan psikolojisindeki bir zaaf bu şekilde suiistimal edilmiş oluyor.”
Son on yirmi yıl içinde ortaya çıkan yeni teknolojilerin davranışsal bağımlılık yaratma için adeta biçilmiş kaftan oluşu, insanların bunları aşırı veya sağlıksız ölçülerde kullanmasına yol açıyor. Tristan Harris, Sean Parker, Leah Pearlman ve Adam Alter gibi ifşacılar ve araştırmacılar da ortaya konduğu gibi bu teknolojiler pek çok örnekte özel olarak bu bağımlılık davranışını tetikleyecek şekilde tasarlıyorlar. Bu bağlamda saplantılı kullanıma yol açan şey birtakım kişilik bozuklukları değil, kurulan bu fevkalade karlı iş modeli.
Bugün sürdürmekte olduğumuz dijital hayatları kendimiz seçmedik. Daha ziyade, bir avuç teknoloji yatırımcısının çıkarlarına hizmet etmek üzere şirketin toplantı odalarında tasarlanmış bir yaşam tarzı bu.
EŞİTSİZ SİLAHLANMA YARIŞI
Bill Maher, uygulama mağazalarının ruhlarımızın peşinde olduğu alaycı bir üslupla dile getirirken aslında ciddi bir şeye işaret ediyordu. Platon’un meşhur iki atlı araba metaforunda Sokrates’in Phaedrus’a açıkladığı gibi, ruhumuzu iki atı birden dizginlemeye çalışan bir sürücü gibi düşünebiliriz: atlardan biri olumlu kişilik özelliklerimizi temsil etmekte, diğeri ise kötücül dürtülerimizi. Özerkliğimizi dijital olana devrettikçe kötücül dürtüleri temsil eden atı güçlendirip sürücünün işini gitgide zorlaştırıyoruz; ruhumuzun yetkileri zayıflıyor bu şekilde. Böyle düşünce, bunun vermemiz gereken bir savaş olduğu açıkça görünüyor ve zafere çıkabilmek için de ciddi bir stratejiye ihtiyacımız var. Bizi davranışsal bağımlılıklar geliştirmeye iten etkileri yerle bir etmek üzere biçimlendirilmiş, yeni teknolojileri en büyük arzularımızın hilafına değil yararına kullanmak için izlenecek somut adımları içeren bir stratejinden söz ediyorum. Dijital minimalizm bu iş için biçimlenmiş kaftan. Takip eden bölümde bunun ayrıntılarına gireceğiz.
II
DİJİTAL MİNİMALİZM
MİNİMAL BİR ÇÖZÜM
Mesele şu: Ufak tefek değişikler, yeni teknolojilerle yaşadığımız büyük sorunları çözmekte yeterli değil. Düzeltmeyi umduğumuz davranışlar genelde kültürümüze kök salmış ve bir önceki bölümde belirttiğim gibi, bu davranışlar temel içgüdülerimizi kamçılayan kuvvetli psikolojik itkilerle destekleniyor. Kontrolü yeniden ele almak için ufak tefek düzenlemelerin ötesine geçmeniz ve gönülden bağlı olduğumuz değerleri baz alarak teknolojiye ilişkimizi sıfırdan inşa etmemiz gerekir.
DİJİTAL MİNİMALİZİM:
Çevrimiçi vaktinizi, değer verdiğiniz şeylere faydası dokunan, titizlikle belirleyip optimize ettiğiniz az sayıdaki faaliyete odaklı halde geçirmenizi ve geri kalan her şeye gönül rahatlığıyla sırt çevirmenizi ön gören bir teknoloji kullanımı felsefesi.
Bu felsefeyi benimseyenler yani dijital minimalistler daima bir takım zımni maliyet-fayda analizleri yaparlar. Minik bir oyalama vesilesinden veya çok da önemli olmayan bir kolaylıktan başka bir şey teklif etmeyen yeni teknolojilere bulaşmaz bu insanlar. Bir minimalistin değer verdiği bir şeye faydalı olacağını vadeden yeni bir teknolojinin bile daha sıkı bir testten geçmesi gerekir.
Gönülden bağlı oldukları değerleri teknoloji tercihlerinin önüne koyan dijital minimalistler, teknolojik yenilikleri birer dikkat dağıtma kaynağı olmaktan çıkarıp, kaliteli bir hayatı destekleyecek araçlar haline getirirler.
Bu minimalist felsefenin, çoğu insanın sorgulamaksızın benimsediği aşırılıkçı felsefeyle taban tabana zıt olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu ikinci felsefeyi benimseyenler, dikkatlerini çeken bir teknolojiyi kullanmaya başlamak için potansiyel herhangi bir faydasının olmasını yeterli görürler.
Dijital minimalistler yeni teknolojilerin lüzumsuz özelliklerini bertaraf etmede ustadırlar; bu sayede işlerine yarayan özelliklerinden faydalanırken dikkatleri dağılmamış oluyor.
DİJİTAL MİNİMALİZMİN İLKELERİ
BİRİNCİ İLKE: KALABALIK PAHALIYA PATLAR.
Dijital minimalistler, zamanlarını ve dikkatlerinden gereğinden fazla cihaz, uygulama ve hizmetle boğmanın toplamda olumsuz sonuçlara yol açtığını bilirler. Bu toplam etki, her bir ürünün tek başına sağlayabileceği faydaları hiç edecek denli büyük olabilir.
İKİNCİ İLKE: OPTİMİZASYON ÖNEMLİDİR.
Dijital minimalistler, belli bir teknolojinin değer verdikleri bir şeye faydasının dokunup dokunmayacağına karar vermenin yalnızca ilk adım olduğunu bilirler. Bu faydayı en iyi ve en etkili şekilde sağlamak içinde söz konusu teknolojiyi nasıl kullanmalarını gerektiğini enine boyna düşünürler.
ÜÇÜNCÜ İLKE: AMACA YÖNELİK HAREKET ETMEK TATMİN EDİCİDİR.
Dijital minimalistler, yeni teknolojilerle kurdukları ilişkinin daha amaçlı olması için verdikleri çabadan büyük memnuniyet duyarlar. Aldıkları spesifik kararlardan bağımsız olan bu memnuniyet duygusu, minimalizmi bu derece anlamlı kılan başlıca sebeptir.
Thoreau’nun Walden’ın başlarında ortaya koyduğu şu aksiyoma dayanıyordu: “Bir şeyin maliyeti, o şey karşılığında hemen ya da uzun vadede verilmesi gereken ömür miktarıdır.”
“Sessiz bir ümitsizliğin hâkim olduğu hayatlar süren insanlar”
Thoreau’nun yaşadığı çağda vardığı sonucunun aynısı olacaktır: Hayatlarımıza doldurduğumuz gereksiz şeylerin toplam maliyeti, bu kalabalığı oluşturan parçaların getirdiği ufak kazançları fersah fersah aşıyor çoğu zaman.
İKİNCİ İLKE LEHİNE BİR ARGÜMAN: VERİM EĞRİSİ
Azalan verimler yasası, iktisattan anlayanlar tanıdık gelecektir. Bu yasaya göre, belli bir üretim sürecine daha çok kaynak yatırımı yaparak, bu süreçten elde ettiğiniz çıktıyı sonsuza dek arttıramazsınız; bir noktada doğal bir sınıra ulaşır ve yatırım yapmaya devam ettikçe giderek daha az kazanç sağlamaya başlarsınız.
Söz konusu ilkenin bize söylediği şey şu: Teknolojiyi olabilecek en faydalı şekilde kullanmamız, hangi teknolojilerin kullanılacağına daha en baştan nasıl karar verdiğimiz kadar önemli bir husustur.
Minimalizmin ikinci ilkesi bu denli önemli kılan şey, bu türden girişimlerine çoğu insanın pek az enerji harcıyor olması. İktisadi terminolojiye başvuracak olursak, çoğu insanın kişisel teknoloji süreci, henüz eğrinin başlangıç aşamalarında, yani optimizasyon girişimlerin büyük gelişmeler sağlayabileceği bir noktada. Dijital minimalistlerin ikinci ilkeyi benimseyip, yalnızca hangi teknolojiyi kullanacaklarına değil, ayrıca bunların nasıl kullanılacaklarına odaklanmasının sebebi bu.
Gözlemlediğim dijital minimalistler arasında yaygın olan bir diğer optimizasyon da sosyal medya uygulamalarını telefonlarından silmek. Söz konusu servislere bilgisayarlarından erişe bildikleri için, bunlara üye olmalarına sebep olan kayda değer faydalardan da vazgeçmemiş oluyorlar.
İkinci ilkesini canı gönülden benimseyecek ve teknoloji kullanımınızı aman vermeden optimize etmeye başlayacaksınız. Bu da verim eğrisini tersine çevirmenin avantajlarını toplamanıza imkân verecek. Hangi yeni teknolojilerin işinize yaradığını tespit etmek, hayatınızı daha iyi hale getirmenin ilk adımı sadece. Bu teknolojileri en iyi şekilde nasıl kullanabileceğinizi keşfettiğinizde ise esas semerleri toplamaya başlayacaksınız.
Elbette Amişlerin teknolojiyle karmaşık ilişkilerini keşfeden ilk kişi Kelly değil. Amişler üzerine bir kitabı da olan Elizabeth Town College’dan Donald Kraybill, çiftçilik yerine girişimciliği tercih eden Amişlerin sayısı arttıkça yaşanan değişimleri vurguluyor. Kraybill, matkap, testere ve çivi tabancısı kullanılan, on dokuz kişinin çalıştığı bir Amiş marangozhanesinden bahsediyor, ne var ki kentin elektrik şebekesini kullanmak yerine güneş panelleri ve dizel jeneratörlerden elektrik elde ediyorlar. Başka bir Amiş girişimci ise şirketi için bir web sitesi açmış, fakat sitenin idaresini dışarıdan bir şirkete havale etmiş. Bu türden girişimlerdeki incelikli ve bazen de meşakkatli teknoloji kullanımı için Kraybill’in ortaya attığı bir terim var: “Amiş hacking”.
Bu türden gözlemler, Amişlerin tüm yeni teknolojileri reddettiği inancını boşa çıkarıyor. Öyleyse ne yapıyor bu insanlar? Görünen o ki Amişler, dürtüsel ve komplike tüketim çılgınlığının hüküm sürdüğü çağımızda çarpıcı derecede radikal, fakat aslında basit bir şey yapıyorlar: En çok değer verdikleri şeylerden yola çıkıp, belli bir teknolojinin bunlara yarardan çok zarar getirip getirmeyeceğini sorguluyorlar. Kraybill’in de söylediği gibi, cevap lamaya soru şu: “Bu yararıma mı, yoksa zararıma mı olacak? Bir topluluk olarak ortak yaşamımıza destek mi, yoksa köstek mi olacak?”
ESKİ BİR ÖĞÜDE YENİ BİR BAKIŞ
Özerkliğinizi dikkat endüstrisine devretmek, özgürlüğün tam aksidir ki Silikon Vadisi’ndeki risk sermayedarlarının elinden çıkan herhangi bir yeni servise düşünmeden kaydolduğunuzda yaptığınız şey tam olarak budur, üstelik özerkliğinizden bu şekilde vazgeçmek muhtemelen bireyselliğinizi baltalar. Ne var ki tekno-aşırılıkçılık bugün son derece güçlü olduğu için, bu bölümde ayrıntılarına girdiğim minimalizmi yük sek sesle savunmanın gerekli olduğu kanısındayım. Eski fikirlerin bugün hâlâ geçerli olduğunu gösterebilmek için bazen yeni sorgulamalara girmek gerekebiliyor.
Mesele teknoloji olduğunda azın çok anlamına geldiği neredeyse şüphe götürmez bir gerçek. Umarım buraya kadar okuduklarınız sizi buna ikna etmiştir.
III
DİJİTAL TEMİZLİK
NASIL (ÇABUCAK) MİNİMALİST OLUR?
Bu yaşam tarzının en iyi nasıl benimsenebildiği hususuyla devam etmek istiyorum.
DİJİTAL TEMİZLİK SÜRECİ
1. Zorunlu olmayan teknolojileri hayatımızdan çıkaracağınız otuz günlük bir periyot belirleyin.
2. Bu otuz günlük mola sürecine tatmin edici ve anlamlı bulduğumuz faaliyetleri ve davranışları belirleyip yeniden keşfe çıkın.
3. Molanın sonunda temiz bir sayfa açarak zorunlu olmayan teknolojilerden bazılarını hayatınıza tekrar sokun. Tekrar kullanmaya karar verdiğiniz her teknolojinin hayatınızdaki hangi değere hizmet ettiğini ve bunu en iyi şekilde nasıl kullanabileceğinizi tespit edin.
Minimalist bir yaklaşımla optimize ettiğiniz bu davranışlar sayesinde değer verdiğiniz şeylere köstek değil, destek olacaksınız.
Dijital hayatlarının refleks haline gelmiş davranışsal ve dürtüsel tiklere nasıl tıka basa dolduğunu fark ettiklerinde insanlar şaşkınlığa uğramıştı.
Temizlik süreci alengirli olabiliyor. Azımsanmayacak sayıda insan otuz günü doldurmadan bu işten vazgeçti.
BİRİNCİ ADIM: TEKNOLOJİ KURALLARINI TANIMLAMA
Otuz günlük dijital temizlik sırasında “zorunlu olmayan teknolojileri” kullanmaya ara vermeniz gerekiyor. Dolasıyla temizlik sürecinin ilk adımı, hangi teknolojilerin “zorunlu değil” kategorisine girdiğini tespit etmek.
Elinizdeki kitap boyunca teknoloji derken kastettiğim şey, “yeni teknolojiler” olarak adlandırdığımız genel kategori; yani bilgisayar veya telefon aracılığıyla ulaşılan uygulamalar, web siteleri ve eğlence, bilgi veya bağlantı sağlama vaadinde bulunan tüm dijital araçlar.
Hangi teknolojilerin hayatınızda anlamlı bir yer tuttuğunu tespit ettikten sonra, aralarından “zorunlu olmayanları” tespit edip temizlik sürecinin otuz günlük döneminde bunları kullanmaya ara vermemiz gerekiyor.
Özel hayatlarımızda önemli lojistik roller üstlenen teknolojiler de zorunlu olmayan kategorisine girmez.
Fakat şuna dikkat etmek gerekiyor: Bir şeyin “kolaylık” sağlamasına “elzem” olması aynı şey değil.
Son önerimde şu: Büyük ölçüde zorunlu olmayan, fakat yine de çok işe yarayacak birkaç özelliğe sahip teknolojilerle karşılaştığınızda kendiniz için kullanım şartları koyun. Bu şartlar sayesinde belli bir teknolojiyi nasıl ve ne zaman kullanacağınızı belirleyebilir ve sınırsız erişime sahip olmaktansa sadece elzem olduğu durumlarda kullanabilirsiniz.
Mesajlar için özel bir bildirim komutu ayarlayıp sadece bilgisayardan girmek gibi bir kural koydu kendine.
E-postalarına bakmak ve evin ihtiyaçlarını alışveriş sitelerinden temin etmek.
BU ADIMIN TEMEL NOKTALARINI ÖZETLEYELİM:
- Dijital temizliğin öncelikli hedefi, bilgisayar veya telefon aracılığıyla ulaşılan uygulamalar, Web siteleri ve araçlar diye tanımladığımız yeni teknolojilerdir. Bilgisayar oyunlarını ve internet yayınlarını da bu kategoriye almanız gerekebilir.
- Bu teknolojiler arasında “zorunlu” görmediklerinize otuz gün mola verin. Kullanmamamız durumda özel veya iş yaşamınızda ciddi problemlere yol açmayacak teknolojilere zorunlu olmayan kategorisine girer. Kimi durumlardan bu türden teknolojileri kullanmayı tamamen bırakacaksınız, fakat bu süreçte belli teknolojileri ne zaman ve nasıl kullanacağınızı belirleyecek bir dizi kullanım şart koymanız gereken durumlarda olabilir.
- Neticede elinizde yasaklı teknolojiler ve durumunuzla alakalı bir dizi kullanım şartı olacak. Bunları not edip her gün görebileceğiniz yere koyun. Temizlik sırasında neyi yapıp neyi yapmayacağınıza dair netlik, süreci başarıyla tamamlamanızın anahtarı olacak.
İKİNCİ ADIM: OTUZ GÜNLÜK MOLA
Daha sonra bu durum yavaş yavaş düzelmeye başlamış: “zaman geçtikçe yoksunluk belirtileri hafifledi ve bende artık telefonumu hatırlamaz oldum.”
Bu adımın temel noktalarını özetleyelim:
- Dijital temizlik sürecinin bir hafta-on günlük ilk döneminde muhtemelen zorlanacak ve kullanmamanızın gereken teknolojileri kullanma dürtüsüyle baş etmek zorunda kalacaksınız. Fakat bu duygular geçecek ve temizlik sürecinin sonunda net kararlar verme aşamasına geldiğinizde detoksun size kattıkları büyük faydasını göreceksiniz.
- Dijital temizliğin amacı, mütecaviz teknolojiden bir süre uzaklaşmaktan ibret değil. Bu bir boyunca kaçındığınız teknolojilerin boşluğunu dolduracak yüksek kaliteli faaliyetler keşfetmeniz gerekiyor. Bu süreci meşakkatli faaliyetler ve denemelerle geçirmelisiniz.
- Temizliğin sonuna vardığınızda, daha iyi bir hayatı güvenle inşa etmenize yardımcı olacak, gerçek tatmin sağlayan faaliyetleri yeniden keşfetmiş olmak istiyorsunuz. Bu yeni hayatta teknolojinin rolü, anlamlı amaçlarla hizmet etmekten ibaret olmalı.
Bu teknolojiyi, gönülden değer verdiğim bir şeye doğrudan fayda sağlıyor mu?
Bu teknoloji, bir şekilde sağladığı bir değeri beslenmenin en iyi yolu mu?
Faydalarını arttırıp zararlarını asgariye indirebilmek için bu teknolojiyi bundan sonra nasıl kullanacağım?
MİNİMALİST TEKNOLOJİ ELEMESİ
Dijital temizlik sonunda yeniden hayatınıza dahil edeceğiniz zorunlu olmayan teknolojilerin şu standartları karşılaması gerekiyor:
- Gönülden değer verdiğin şeye hizmet ediyor mu? (Bir takım sağlaması yeterli değil.)
- Değer verdiğim bu şeyin hizmetindeki teknolojiyi kullanmanın en iyi yolu bu mu? (En iyi yol bu değilse başka bir yol bulun.)
- Hayatınızdaki rolü, ne zaman ve nasıl kullanacağınızı belirleyen kullanım şartlarıyla sınırlı mı?
Bu adımın temel noktalarını özetleyelim:
- Zorunlu olmayan teknolojilere vereceğiniz bir aylık mola dijital hayatınızı sıfırlar. Bu sayede sıfırdan başlayarak, dijital hayatınızı daha amaçlı ve minimalist bir şekilde yeniden inşa edebilirsiniz. Bu maksatla, yeniden hayatınızda sokmayı düşündüğünüz her bir teknolojiyi üç adımlı eleme prosedüründen geçirin.
- Bu süreç sayesinde, farkına olmadan yeni teknolojilerin boyunduruğuna girmek yerine bunları gönülden bağlı olduğunuz değerler doğrultusuyla kullandığınız bir dijital hayat kurabilirsiniz. Sizi dijital bir minimalist yapacak amaç odaklı kararları, kimi teknolojileri yeniden hayatınıza soktuğunuz bu süreçte vereceksiniz.
İkinci Kısım
Uygulamalar
IV
KENDİ BAŞINA VAKİT GEÇİRİN
GÖNÜLLÜ YANLIZLIK MEMLEKETİ NASIL KURTARDI?
Gönüllü yalnızlık, din bağlamında farklı biçimlerde antik dönemden beri inceleniyor. Bu dönemlerde Tanrı’yla bağ kurmak ve ahlaki sezgileri kuvvetlendirmek gibi mühim amaçlar için gönüllü yalnızlığa başvurulmuş. Benim uygarlık tarihinde daha geç bir dönemi referans almamın sebebi, gönüllü yalnızlığın konumuzla daha yakından ilgili bir tanımından faydalanmak.
Olağan halimiz olan sosyalliğin arasında düzenli aralıkla verilen yalnızlık molaları, insan olarak gelişimimiz için zaruridir. Bu gerçeği fark etmek bugün her zamankinden daha önemli ve acil, zira bir sonraki bölümde açıklayacağım gibi, gönüllü yalnızlık insan tarihinde ilk defa bütünüyle yok olmaya yüz tutmuş durumda.
Yalnızlık Yoksunluğu
Yalnızlık Yoksunluğu: İnsanın kendi düşünceleriyle baş başa, başka zihinlerin girdilerinden azade bir halde neredeyse tek bir dakikasının bile olmaması.
İnsanın devreleri, sürekli bağlantı halinde olacak şekilde bağlanmamıştır.
Thoreau’nun kine benzer gönüllü yalnızlık ve bağlantı kurma döngüsü, yalnızlık yoksunluğunu bertaraf etmeyi başaran insanların hikayelerinde sıklıkla karşımıza çıkar: Beyaz Saray’ın curcunasından kaçıp yaz ve güz gecelerini sayfiye köşkünde geçiren Lincoln veya düşüncelerini berraklaştırmak için adliyenin kalabalığından kaçıp sessiz kulübesine sığınan Raymond Kethledge’i düşünün. Hatta piyanist Glenn Gloud, bir röportajında bu döngü için matematiksel bir formül bile önermişti: “Bir insanla geçirdiğiniz her saat başına X miktarda saati de tek başınıza geçirmeniz gerektiğine inandım her zaman. X sayısının tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama büyük bir katsayı olması gerektiğine eminim.”
Her daim bağlantı halinde olmanızı talep eden bir çağda yalnızlık yoksunluğu çekmemek için önerdiğim şey tam olarak bu: düzenli olarak düşüncelerle baş başa kalma ile düzenli olarak bağlantı kurma arasında gidip gelmek. Bu bölümün sonunda, bu döngüyü modern yaşamınızda uygulayabilmeniz için bir dizi uygulama bulacaksınız. Bu uygulamaların her biri normalde bağlantı halinde olduğunuz rutininize daha fazla yalnızlık anları eklemeniz için size baza spesifik ve etkili yollar sunacak. Tabii bunlardan başka pek çok yol da bulunabilir. Bu yüzden bunları zorunlu olarak görmektense, giderek gürültülü hale gelen bir dünyada mecazi bir kulübeye çekilmeyi başaran insanların kullandığı yöntemler olarak okuyabilirsiniz.
Uygulama: Telefonunuzu Evde Bırakın
Texas’in Austin kentindeki Alamo Drafthouse adlı sinema salonunda film başladıktan sonra izleyicilerin telefon kullanmaları yasak. Telefonların ışığı sinema deneyiminin tadını kaçırıyor ve Alamo Drafthouse da insanların sinema deneyimine saygı duyulan bir yer. İzleyicilerden telefonlarını kaldırmalarını kibarca rica eden pek sinema salonu var elbette, fakat Alamo bu yasağı bilhassa ciddiye alıyor. Web sitelerinde bu politikalarını şöyle açıklıyorlar:
Uygulama: Uzun yürüyüşlere çıkın
Friedrich Nietzsche iyiden iyiye ünlenmeye başladığı 1889 yılın da felsefi düşüncesine kısa bir giriş niteliği taşıyan bir metin kaleme aldı. Putların Alacakaranlığı adıyla kitaplaştırılan bu metni sadece iki haftada yazmıştı. Kitabın başlarında, Nietzsche’nin ilgilendiği konular üzerine sarf ettiği aforizmalar yer alıyor. Bu bölümdeki 34 numaralı aforizmada fevkalade güçlü bir iddiası var Nietzsche’nin: “Sadece yürürken akla gelen düşünceler değerlidir.” Yürümeye verdiği değerin altını çizmek için de ekliyor. “Oturarak geçirilen bir hayat, Kutsal Ruh’a karşı işlenmiş günahın ta kendisidir.”
Üreten yalnızlığı özü de bu zaten. Sadece güzel havanın tadını çıkarmak, sevdiğim bir muhiti ziyaret etmek veya yoğun bir dönemden geçiyorsam daha iyi günlerin yakın olduğu umudunu hissetmek ke yürüyüşe çıktığım da oluyor; bunlara da “minnet yürüyüşler adını veriyorum. Belli bir meseleye eğilmek için çıktığım yürüyüşlerde bazen zihnimde gerçekten ilgilenilmesi gereken başka fikirler olduğunu keşfediyorum. Böyle durumlarda bilişsel eğitimlerin beni götürdüğü yere gitmeye çalışıyorum ve yalnız kalamadığım zamanlarda hüküm süren gürültü patırtının ortasında bu sinyalleri yakalamanın ne kadar zor olacağını hatırlatıyorum kendime.
Uygulama: kendinize mektup yazın
Aynı yılın aralık ayında yazdığım “Plan” başlıklı notta da “ilişkiler”, “erdemler” ve “nitelikler” başlıkları altında değerlerimi sıralamışım. Her not defterimin başına o dönemki değerlerimi yazmış oluyorum böylece.
V
“Beğen” Butona Basmayın
Gelmiş Geçmiş En Büyük Derbi
Bu hakikatten çıkan doğal sonuçlardan biri şu: Başkalarıyla bağ ve iletişim kurma biçimlerimizi altüst edebilecek tüm yeni teknolojilere temkinli yaklaşmalıyız. Türümüzün başarısında asli rol oynayan bir mekanizmayı bozmanın ciddi sorunlara yol açacağını tahmin etmek güç değil. Sonuç olarak da bütün bu zararları bertaraf ederken, bir yandan da yeni iletişim araçlarının avantajlarından faydalanmak isteyen dijital minimalistlere bir parça radikal bir strateji önereceğim. Bu strateji sayesinde yeni etkileşim biçimlerinden, bildiğimiz eski etkileşim biçimini besleyecek şekilde faydalanabileceksiniz.
İnsan hiçbir soru, şey yapmaya çalışmıyorken beyninde aktif olan bir şey var mıydı ve varsa bu neydi? Lieberman’ın “alışılmadık” bulduğu bu araştırma ekibinin müthiş bir keşfiyle sonuçlandı: Herhangi bir bilişsel görevle meşgul olmadığımız zamanlarda muhakkak aktif ve olan bir dizi beyin bölgesi vardı ve aynı bölgeler, dikkatimizi bir şeye yönelttiğimizde devre dışı kalıyordu. Bu ağ hemen her görev sırasında devre dışı kaldığından, araştırmacılar buna ilk başta “görevle devre dışı kalan ağ” adını verdi. Biraz yavan kalan bu ismi daha sonra akılda kalıcı bir isimle değiştirdiler: “varsayılan ağ” [the default network].
Belli bir işle meşgul olmadığımızda bile, kesintisiz ve gürültülü bir uğultuyla oradan oraya uçuşan fikir ve kanaatlerle uğraşan beyinlerimiz her zaman aktif haldedir. Bu sürecin kendisinde nasıl işlediği üzerine düşünen Lieberman, arka plandaki bu faaliyet uğultusunun genelde az sayıda hedefe odaklandığını fark etti: “başkaları, kendimiz veya her ikisi birden.” Yani varsayılan ağ, sosyal biliş [social cognition] ile bağlantılıydı.
Başka bir deyişle, beynimizin çalıştırmadığı zaman kendiliğinden sosyal hayatımızın üzerine düşünmeye başlıyordu.
“Sosyal dünyaya ilgi duyuyoruz, çünkü boş zamanımızda varsayılan ağı devreye sokacak şekilde yapılanmış vaziyetteyiz.” Başka bir deyişle, beyinlerimiz bilişsel olarak mola verdiği her an kendiliğinden sosyal meseleler üzerine düşünecek şekilde evrimleşmiştir ve sosyal dünyamızla bu kadar ilgili olmamıza sebep olan tam da bu pratiktir. Bütün bu bulgular, sosyal bağlantıların insanın ruh ve beden sağlığı açısından ne denli önemli olduğunun altını çiziyor. Lieberman bu durumu şöyle özetliyor: “Beyin, milyonlarca yıllık süreç içinde boş zamanlarımızı hayatımızda önem taşımayan bir şeyi yapmaya harcayacak şekilde evrimleşmiş olamaz.”
Beynimiz, zihinde canlandırma amacına birlikte hizmet eden iki farklı ağa hatırı sayılır ölçüde kaynak ayırıyor. Zihinde canlandırma sayesinde başkalarının zihinlerini, nasıl hissettiklerini ve niyetlerinin ne olduğunu anlıyoruz. Sosyallik, insanın fıtratında var. Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Aristoteles, insanların sosyal hayvanlar olduğunu söylerken doğru bir noktaya temas etmişti, fakat modern beyin tarama makinelerinin devreye girmesi sayesinde bu gerçeğin sandığımızdan çok daha önemli olduğunu anladık.
Eski nöral sistemler ile modern icatlar arasındaki bu çatışmanın sorunlara yol açmasında şaşılacak bir şey yok belki de. 20 yüzyıl ortasında fazlasıyla işlem görmüş gıdaların icat edilmesinin küresel bir sağlık krizine yol açmasına benzer şekilde, bir tür sosyal fast-food olarak niteleyebileceğimiz dijital iletişim araçlarının istenmeyen yan etkilerinin de aynı derecede kaygı verici olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Sosyal Medya Paradoksu
Dijital iletişim araçlarının ruh sağlığımız üzerindeki etkilerin tespit etmek pek kolay bir iş değil. Bu konuya eğilen epey bilimsel çalışma olsa da farklı çevreler aynı araştırma külliyatından farklı farklı sonuçlar çıkarıyor. Sosyal medya kimilerine göre insanı mutlu kılarken, kimilerine göre insanı yalnızlaştırıyordu.
Sosyal medya sizi hem başkalarıyla te- mas halinde ve yalnız, hem de mutlu ve mutsuz hissettiriyor. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için, yukarıda bahsettiğim deney tasarımlarına daha yakından bakalım. Olumlu sonuçlara varan çalışmalar, sosyal medya kullanıcılarının belli davranışlarına odaklanırken, olumsuz sonuçlara varan çalışmalar bu servislerin genel kullanımına odaklanıyor. Buradan çıkacak doğal varsayım, bu değişkenler arasında pozitif bir bağlantı olduğudur. Yaygın sosyal medya davranışları ruh ve beden sağlığını iyi etkiliyorsa, o zaman bu servisleri kullandıkça bu türden moral yükseltici davranışları daha çok sergileyip daha mutlu hissetmeniz gerekir. Dolayısıyla, bu olumlu çalışmaları okuduktan sonra, daha çok sosyal medya kullandıkça ruh ve beden sağlığınızın da daha iyi olacağını düşünebilirsiniz. Ne var ki olumsuz çalışmalarda elde edilen bulguların tam aksi yönünde bir düşünce bu.
Demek ki gözden kaçırdığımız bir şey var: daha çok sosyal medya kullandıkça artış gösteren ve ufak tefek etkileri geçersiz kılacak derecede olumsuz etkiler doğuran bir faktör olmalı bu resimde. Holly Shakya, bu faktörün ne olabileceğini ortaya koydu: Ağınızla etkileşimde bulunmak için ne kadar çok sosyal medya kullanırsınız, çevrimdışı iletişime o kadar az zaman ayırırsınız. Shakya, NPR’daki röportajında bunu şöyle ifade ediyor: “Bu noktada bildiğimiz şu: Gerçek dünyada kurulan kanlı canlı ilişkilerin yerine sosyal medyayı koymanın, ruh ve beden sağlığına zarar verdiğine dair kanıtlara artık sahibiz.” Bu fikri geliştirmek için çevrimdışı etkileşimleri de inceleyen Shakya ve Christakis, bunların olumlu etkilerle ilişkili olduğunu bulguladılar, sosyal psikoloji literatüründe sık sık varılan bir sonuç bu. Facebook kullanımının olumsuz etkileri, çevrimdışı etkileşimin olumlu etkileriyle büyüklük ve önem bakımından karşılaştırılabilir durumda: Yani ortada bir değiş tokuş varmış gibi görünüyor.
Esas mesele, sosyal medya kullanmanın bizi çok daha önemli bir şeyden, gerçek dünyada sosyalleşmekten uzaklaştırması. Olumsuz sonuçlu çalışmaların da öne sürdüğü gibi, sosyal medya kullanımınız arttıkça çevrim dışı etkileşime ayırdığınız vakit azalır ve bu eksikliğin olumsuz sonuçları da ağırlaşmaya başlar; yani sosyal medyayı çok yoğun kullanan insanların yalnız ve mutsuz hissetme ihtimali artar. Arkadaşınızın duvarına bir şeyler yazmanın veya Instagram’daki son fotoğrafını beğenmenin getireceği ufak tatminin, bu arkadaşınızla artık gerçek dünyada, yüz yüze zaman geçirmediğiniz için hissettiğiniz büyük kayıp duygusunu telafi etmesine imkân yoktur.
“Bir sesin tınısının veya bir arkadaşla kahve içmenin yerini ‘beğen’ butonu aldığında uyanıp kendimize gelmemiz gerekiyor.”
Facebook’ta yorum yapmanın veya Instagram’da fotoğraf beğenmenin yarattığı değer gerçek olsa da yüz yüze sohbetin veya gerçek dünyada dahil olunan bir faaliyetin yarattığı değerin yanına bile yaklaşamıyor.
Bu araçların pek çoğu bağımlılık yapıcı bir cazibe amacıyla sosyal içgüdülerimizi gasp edecek şekilde tasarlanıyor, Günün birkaç saatini bir şeylere tıklayarak ve ekranı kaydırarak geçirdiğinizde daha yavaş etkileşimlere ayıracak pek vaktiniz kalmıyor. Ayrıca sosyalleşme illüzyonu yaratan bu takıntılı kul lanım yüzünden ilişkilerinize zaten özen gösterdiğiniz zannına kapılıyor ve daha fazla çaba harcama ihtiyacı duymuyorsunuz.
Sohbetin Hakkını Vermek
Yüz yüze sohbet, yaptığımız en insanca ve en insanlaştırıcı şey. Sohbet esnasında kendimizi başka birine tamamen vererek dinlemeyi öğreniriz. Empati yeteneğimizi de bu şekilde geliştiririz. Biri tarafından dinlenmenin, anlaşılmanın mutluluğunu bu şekilde deneyimleriz.
Turkle, kitabının sonlarına doğru çoğunlukla hayatınızda kaliteli sohbetlere daha fazla yer açma fikrine dayanan bir dizi tavsiye sıralıyor. Fakat doğru bir amaca hizmet etseler de bu tavsiyelerin ne kadar etkili olduğu tartışılır. Bu bölümde öne s düğüm gibi, dijital iletişim araçları amaçsızca kullanıldıklarında sohbet ile irtibat arasında bir seçim yapmaya zorluyor. İnsanla sosyal medya ve mesajlaşma servisleri gibi araçlarla ilişkinizi yeniden düzenlemezseniz, hayatınızda sohbete yer açma girişimleriniz muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Hakiki sohbete biraz daha fazla zaman ayırmakla birlikte dijital araçlarla ilişkinizi olduğu gibi sürdürerek bu meseleyi çözemezsiniz. Davranışlarınızda çok daha köklü bir değişiklik yapmanız şart.”
Sosyal yaşamınızın kendine has gerçekliklerine göre uyarlayabilir veya tamamen görmezden gelebilirsiniz. Fakat her ne olursa olsun, vahametini giderek artıran bu sorunlara çözüm üretmek zorunda olduğunuz gerçeğinden kaçamazsınız.
Sohbet merkezli iletişimi benimsediğinizde, bilgi almayı kolaylaştırmak, sosyal etkinlikleri organize etmek veya sorularınıza hızlıca yanıt almak için mesajlaşma servislerini kullanmaya devam edeceksiniz muhtemelen. Fakat gün boyu süren, mesajlaşma üzerinden yürüyen ucu açık yazışmaları tamamen bir kenara bırakmanız gerekiyor. Geçerli olan tek sosyalleşme yolunun gerçek sohbet olduğu fikrini benimseyip, mesajlaşmayı buna bir alternatif olarak görmeyeceksiniz artık.
Bu felsefe teknoloji karıştı filan değil, yeter ki dijital araçlar gerçek sosyal hayatınıza köstek değil destek olun.
Sherry Turkle kitabında , telefon ve internet olmadan kamp yapan insanların ruh ve beden sağlığında ve yakınlık hissinde sadece beş gün içinde büyük değişimler yaşandığını ortaya koyan bir araştırmadan bahsediyor. Arkadaşlarınızla birkaç kez yürüyüşe çıktıktan veya birkaç tatmin edici telefon görüşmesi yaptıktan sonra, bir zamanlar sırf kuzeninizin Instagram’daki fotoğrafına yorum yapacaksınız diye yanı başınızda duran insanla muhabbeti nasıl kesebildiğinize şaşıracaksınız.
İnsan olarak yeryüzündeki varoluşumuzun derinlerinde yatan sosyalliğimiz ile modern iletişim araçları arasındaki ilişki çetrefillidir ve dikkatle yaklaşılmadığı takdirde hayatınızda ciddi sorunlara yol açabilir.
Sosyalliğimiz, bir sosyal ağa devredilmeyecek veya aylık mesajlara, emojilere indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.
Uygulama: “Beğen” butonuna basmayın
“beğen” özelliği de neticede bambaşka bir yola girdi: Bu özellik sayesinde Facebook insanların arada bir baktığı bir eğlence aracı olmaktan çıkıp, kullanıcılarının zaman ve dikkatini ele geçiren dijital bir kumar makinesine dönüştü. Bu buton, yeni ve zengin bir toplumsal onay akışını öngörülemez bir biçimde hayatımıza soktu. Bu özelliği sebebiyle de insanlar, hesaplarını sürekli kontrol etme yönünde neredeyse karşı konulmaz bir dürtü hissetmeye başladılar.
Özetlemek gerekirse, bir dijital minimalist olarak sosyal medyayı kullanmaya devam edip etmeyeceğiniz veya bunu hangi şartlar altında sürdüreceğiniz, karmaşık ve birçok farklı etmene bağlı bir mesele. Fakat ne karar alırsanız alın, sosyal medyayı artık düşük kaliteli ilişki kurma aracı olarak kullanmamayı en temel kural belirleyin; mutlu ve tatmin edici bir sosyal hayata sahip olmanın ilk adımı bu. Kısacası, “beğen” vb. butonlara tıklamayın ve yorum bırakmayın. Bu sayede sosyal hayatınızı çok daha nitelikli ve derinlikli bir şekilde sürdüreceğinize emin olabilirsiniz.
Uygulama: Mesajlaşmaya kısıtlama getirin
Telefonlar artık arkadaşlıklarda rahatsız edici bir zorunluluk halini aldı. Arkadaş olmak “beklemede” olmak demek; telefon başında, dikkat vermeye hazır, çevrimiçi.
Özetle, mesajlaşmanın hayatın pek çok alanında büyük kolaylıklar sağlayan harika bir teknoloji olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Fakat sorun, bu teknolojiyi gerçek sohbetin makul bir alternatifi olarak gördüğünüzde başlıyor. Telefonunuzu “Rahatsız Etmeyin” modunda tutarsanız ve mesajlarınızı arka planda sürekli akıp giden bir laklak kaynağı olarak görmek yerine-belli zamanlarda kontrol ederseniz, bu teknolojinin en büyük avantajlarından faydalanırken zararlı yanlarını da etkisiz hale getirebilirsiniz.
Uygulama: Bir sohbet saati belirleyin
Çocukken arkadaşlarımı aramak istediğimde karşı tarafta telefonu kimin açacağını veya bu davetsiz çağrımın nasıl karşılanacağını bilmemenin verdiği gerginliği hâlâ hatırlarım. İşte bu yüzden, daha kolay iletişim teknolojileri hayatımıza girdiğinde mesajlar, e-postalar insanların bu eski sohbet etme yöntemini bırakıp hevesle daha düşük kaliteli bağlantı biçimlerini tercih etmesinde şaşılacak bir şey yok (Sherry Turkle buna “telefonfobi” diyor).
Phil’inkine benzer bir sohbet saati stratejisi geliştirmeniz gerekiyor. Her zaman sohbet açık olduğunuz günleri ve saatleri işe başlaya bilirsiniz belirlediğiniz bu zaman dilimlerinde nerede olduğunuza bağlı olarak telefon görüşmeleri de yapabilirsiniz, yüz yüze buluşma da ayarlayabilirsiniz). Sonra da yakınlarınızı belirlediğiniz bu zaman dilimlerinden haberdar edin. Birisi düşük kaliteli bir irtibat kurmak istediğinde (mesela mesaj attığında veya sosyal medyadan dürtrüğünde), belirlediğiniz sohbet saatlerinde sizi arayabileceğini veya buluşabileceğinizi söyleyebilirsiniz. Ayrıca önem verdiğiniz insanları önceden dürtüp, sohbet saatlerinizde müsait olduklarında sizinle sohbet etmeye davet edebilirsiniz.
Sohbet saatleri belirleme yöntemi, anlamlı bir sosyalleşmenin önündeki büyük bir engeli, yani yukarıda bahsettiğim teklifsiz aramaların rahatsızlık verebileceği kaygısını bertaraf ettiği için sosyal hayatınız iyileştirmenin etkili bir yolu. Gerçek sohbetlere özlem duysak da bu engel bizleri adım atmaktan alıkoyabiliyor çoğu zaman. Sohbet saatleri belirleyerek bu engeli ortadan kaldırdığınızda, bir haftaya ne kadar çok tatmin edici etkileşim sığdırabildiğinize siz de şaşıracaksınız.
VI
Boş Zamanın Hakkını Verin
Boş Zaman ve İyi Bir Hayat
Aristoteles MO 4. yüzyılda yazdığı Nikomakhos’a “Etik” adlı on kitaplık eserinde hâlâ önemini koruyan bir soruya eğilir. İyi bir hayat nasıl yaşanabilir? İlk dokuz kitabın büyük bir kısmı sorumluluklarını yerine getirmek, haksızlık karşısında hakkaniyetli ve tehlike karşısında cesur davranmak gibi Aristoteles in “pratik erdemler” dediği şeylerle ilgilidir. Fakat Etik’in onuncu ve son kitabında Aristoteles keskin bir dönüş yaparak, “En iyi ve en güzel yaşam, aklın yaşamıdır.” diye yazar ve ekler: “En mutlu yaşam da budur ayrıca”.
Aristoteles’in de açıkladığı gibi, derin düşünmeyle dolu dolu geçen bir hayat mutlu bir hayattır, çünkü “sadece kendisinden ötürü takdir edilen bir faaliyettir. Tefekküre dalmak, beraberinde kendisinden başka hiçbir şey getirmez.” Öylece ortaya atıverdiği bu iddiayla Aristoteles, kendisinden sonraki iki bin küsur yıl boyunca geçerliliğini koruyan ve bugünkü insan doğası anlayışımıza da hitap eden bir fikri belki de yazılı felsefe tarihinde ilk kez dile getirdi: Kendi ürettikleri tatmin duygusuna erişmekten başka hiçbir amaca hizmet etmeyen faaliyetler, iyi bir hayatın olmazsa olmazıdır.
Modern dijital dünyamızın sorumluluklarını kontrol altına almak için bu kadim bilginin özünü anlayıp benimsememiz gerekiyor.
Bu bölümün amacı, boş zamanlarınızı yüksek kaliteli faaliyetlere ayırmanıza yardımcı olmak. Takip eden sayfalardaki altbölümün her biri, en tatmin edici boş zaman faaliyetlerinin özelliklerine dair farklı bir dersi ele alıyor. Bu bölümlerin ardından yeni teknolojilerin bu faaliyetlerde oynadığı biraz çelişkili role dair bir tartışma ve sonra da bu yüksek kaliteli uğraşlara girişmenize yardımcı olacak somut uygulamalar geliyor.
Bennett Prensibi
Finansal bağımsızlık olan kişinin mal varlıkların geçimini sağlamaya yettiği durumları nitelemek için kullanılıyor. Pek çok insan bunun emeklilik civarında veya büyük bir miras kalınca erişilebilecek bir mertebe olduğunu düşünse de son yıllarda çoğunluğu gençlerden oluşan ve yeni yeni şekillenen bir FI topluluğu internet sayesinde dikkat çekmeye başladı. Aşırı tutumlu davranarak bu özgürlüğe kısa yoldan ulaşmayı başaran bu insanlar kendilerini FI 2.0 diye adlandırıyorlar.
FI 2.0 hareketi daha ziyade temelindeki finansal perspektifle dikkatleri üzerinde toplasa da bizim tartışmamızı ilgilendiren mesele bu değil. Bizi ilgilendiren, finansal bağımsızlığını kazanmış bu genç insanların yüksek kaliteli boş zaman faaliyetlerini keşfetmek açısından eşsiz bir örnek teşkil etmeleri. Böyle düşünmemin iki sebebi var. Birinci ve en bariz sebep, FI mertebesine erişen insanların, sıradan insanlara nazaran çok daha fazla boş zamanı olması. İkinci sebepse şu: Genelde yaşam tarzında kökten değişiklikler yapmayı gerektiren böyle bir kararı genç yaşta alan insanlar, hayatlarını nasıl yaşamak istedikleri konusunda olağanüstü derecede bilinçlidirler zaten. Mebzul miktarda boş zamana sahip olup kendilerini amaçlı ve bilinçli bir hayat yaşamaya adamış bu insanlardan verimli boş zamana dair edineceğimiz kıssadan hisseler var.
FI 2.0’in gayrı resmi lideri Pete Adeney’nin alışkanlıklarından başlayabiliriz keşfimize. Eskiden mühendislik yapan ve finansal özgürlüğünü otuzlu yaşlarında elde eden Adeney. Mr. Money Mustache rumuzuyla hayatını anlattığı bir blog yazıyor. Pete, finansal özgürlüğünü kazandıktan sonra genelde genç erkeklerden beklenen pasif boş zaman faaliyetleriyle bilgisayar oyunlarına sarmak, sürekli maç izlemek, internette dolanmak, akşamları barda takılmak vs. vakit öldürmek yerine bu özgürlüğü daha da aktif bir hayat sürmek için kullanmış.
Zamanının çoğunu projeleri üzerin de çalışarak, tercihen dışarıda geçiriyor. Pete boş zaman felsefesini şöyle anlatıyor blog sayfasında: Spor yapan birtakım insanları izlemenin nesi keyifli hiç anlamıyorum, turistik yerlerden hiç hoşlanmam, dev bir kumdan kale yapılmayacaksa kumsalda takılmayı sevmem ve ünlüler ile siyasetçilerin yapıp ettikleri zerre umurumda olmaz. Ben böyle şeylerden değil, bir şey üretmekten zevk alıyorum. Daha doğrusu, problem çözüp bir şeyleri geliştirmekten.
Pete, hayatında yoğun fiziksel uğraşlara yer vermesini üç gerekçeyle açıklıyor. Çok masraflı değil, spor yerine geçiyor ve ruh sağlığına iyi geliyor (Pete, hareketsizliğin onu depresif yaptığını söylüyor).
Theodore Roosevelt de şöyle demişti: hayatınızı inşa ederken tembelliği değil, sıkı çalışmayı ilke edinin “How to Live on 24 Hours a Day” aktif boş zaman meselesini ele aldı. Zihnin tek gereksinimini değişim ve tazelenmedir, dair çıkardığımız ilk dersi netleştirelim:
Boş zaman Dersi #1:
Pasif tüketimdense meşakkatli faaliyetleri tercih edin.
Zanaat ve tatmin üzerinde
Yüksek kaliteli boş zaman faaliyetlerine dair her sohbet, dönüp dolaşıp zanaat mevzusuna gelir. Bizim tartışmamız bağlamında zanaat, değerli bir şey üretmek için becerilerinizi kullandığınız tüm faaliyetleri kapsıyor.
İnsanlar arası iletişimin gitgide daha fazla ekran bağımlı hale geldiği bir dünyada zanaatın değerini ortaya koymayı amaçla- yan Rogowski kitap boyunca bazı argümanlara başvuruyor. Bu argümanlardan biri, bana göre bilhassa önemli: “İnsanlar aletle- re dokunmaya ve bir şeyler imal etmeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, kendimizi bütünlüklü hissetme arzumuzdan kaynaklanır.” Rogowski’nin de belirttiği gibi, “Çok uzun zaman önce, düşün- meyi ellerimizi kullanarak öğrendik; düşüne düşüne ellerimizi kullanmaya başlamadık.” Başka bir deyişle, türümüzün evrim sürecinde, çevremizi deneyimleyip değiştirme yetisine sahip varlıklara dönüştük. Bu konuda diğer tüm hayvanlardan katbekat daha iyiyiz. Bu yeteneği beslemek üzere beyinlerimizde evirilen karmaşık yapılar da doğruluyor bu durumu.
Gelgelelim, beynimizde bu devreleri atıl bırakmak bugün her zamankinden daha kolay. “Artık çoğu insan dünyayı büyük ölçü de bir ekran aracılığıyla deneyimliyor,” diye yazıyor Rogowski
“Beş duyumuzdan biri olan dokunmayı ortadan kaldırıp ellerimizi ekran dürtmekten başka bir işe yaramayan uzantılar haline getirmeye çalışan bir dünyada yaşıyoruz.” Bunun sonucunda da donanımımız ile deneyimimiz arasında bir uyumsuzluk yaşanıyor. Ekranlarla ulaştığımız sanal dünyayı geride bırakmak için zanaata dönüp etrafımızdaki maddi dünyayla daha karmaşık yollardan ilişki kurduğumuzda, temel ve kadim potansiyelimizle daha uyumlu hayatlar sürebiliriz. Zanaat bizi insan yapan şeydir, daha az el becerisi gerektiren işlerin sağlayabileceğinden çok daha büyük ve derin bir tatmin sağlar.
Hiç şüphe yok ki kendini dünyaya el becerisi aracılıyla, nesnel yoldan var etmenin sağladığı tatmin duygusu insana sakin, huzurlu ve ağırbaşlı bir karakter kazandırır. Anlaşılan, bu duygu kişinin kendi değerini ispatlayabilmek için kendisiyle ilgili içi boş yorumlarda bulunma ihtiyacını da azaltıyor. Çünkü kişi, gevezelik etmek yerine yaptığı işi göstermekle yetinebilir. İşte bakın, bina yerinde duruyor, araba artık çalışır halde, ışıklar yanıyor. Böbürlenmek, bir oğlan çocuğundan beklenecek bir davranıştır, çünkü onun dünyada gerçek her- hangi bir etkisi yoktur. Fakat usta, somut gerçekliğin şaşmaz yargısıyla yüzleşmek zorundadır; orada hatalar ve kusurlar sineye çekilmez.
Zanaatın bu avantajlarını ortaya koyduğumuza göre, sadece dijital olan faaliyetlerin de zanaattan sayılabileceği iddiasına geri dönebiliriz şimdi. Beceri gerektiren dijital eylemlerin insana belli bir haz ve tatmin yaşattığından pekâlâ söz edilebilir. Keza ben de Pürdikkat adlı çalışmamda örneğin bir bilgisayar kodu yazarak belli bir soruna çözüm getirmenin (üstün vasıf gerektiren bir iş), e-postaları cevaplamak gibi sığ bir faaliyete (düşük vasıf gerektiren bir iş) nazaran daha büyük bir anlam ürettiğini savunmuştum.
Bu bölümün konusu boş zaman faaliyetleri yani serbest zamanınızda kendi arzunuzla giriştiğiniz çabalar- olduğundan, yukarıda ortaya koyduğum argümanlarca desteklenen dar kapsamlı zanaat tanımını benimsemenin daha iyi olacağını düşünüyorum. Yani, eğer burada bahsi geçen zanaat türlerinin sağladığı faydaların tamamını elde etmek istiyorsanız, analog işlerin peşine düşün ve Rogowski’nin şu tavsiyesini de aklınızdan çıkarmayın: “Ardınızda güzel izler bırakın. İyi işler çıkarın.” Boş zamanlarımızı yüksek kaliteli işlere ayırmamız gerektiğine dair ikinci dersimize de böylece geldik:
Boş Zaman Dersi #2:
Maddi dünyada değerli şeyler üretebileceğiniz becerileriniz olsun.
Aşırı yüklü sosyallik
Yüksek kaliteli boş zaman faaliyetlerinin bir diğer özelliği de zengin sosyal etkileşimleri besleme gücü.
Başarılı sosyal boş zaman faaliyetlerinin iki ortak özelliği var. Birincisi, diğer insanlarla yüz yüze vakit geçirmenizi gerektiriyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi, gerçek dünyada yaşanan karşılaşmalar, sanal bağlantıların asla sağlayamayacağı bir duyusal ve sosyal zenginliğe sahip; o yüzden World of faaliyetlerde bireyler belli kalıplar dahilinde sosyal etkileşime giriyorlar. Uyulması gereken kurallar, bilinmesi gereken bir terminoloji veya ritüeller oluyor ve bu faaliyetlerde genellikle ortak bir amaç güdülüyor. İlginçtir ki bu türden kısıtlamalar kişilerin kendilerini ifade etmelerine daha fazla alan açıyor. Sizin için bağıra çağıra tezahürat yapan Crossfit partnerlerinize beşlik çakıp, büyük bir coşkuyla terli terli sarılabilirsiniz mesela. Normalde başka bir bağlamda şahit olsanız garipseyebileceğiniz davranışlardır bunlar.
Boş zamanlarımızı yüksek kaliteli işlere ayırmamız gerektiğine dair üçüncü dersimizle kapatabiliriz bu bahsi:
Boş zaman dersi #3:
Yüz yüze, kanlı canlı, kalıpları belli sosyal etkileşimler gerektiren faaliyetler bulun.
Boş zaman Rönesans’ı
Elle tutulur, gözle görülür haldeki bu kitaplar, değer ve fayda sağlamadan önce (bilişsel) çaba gerektiriyor. Fakat tüysıklet dijital oyalanma araçlarının verdiği uçucu ve manasız zevkten çok daha derin ve kalıcı bir değer üreterek bu çabanın karşılığını fazlasıyla veriyorlar. Verdiğim bu örnekler, yüksek kaliteli boş zaman faaliyetlerinin yeni teknolojilerle taban tabana zıt olduğu izlenimini uyandırabilir sizde, fakat az önce de söylediğim gibi ortada daha karmaşık bir ilişki var.
Görüldüğü gibi, geldiğimiz aşamada bir çeşit döngüye girmiş bulunuyoruz. Bu bölümün ana fikri, değersiz dijital alışkanlıkların yükünü atmak için en başta yüksek kaliteli boş zaman faaliyetleri bulmamız gerektiğiydi. Yani ekranlarınıza sığınarak görmezden gelmeye çalıştığınız o içsel boşluğu doldurmak için bu türden faaliyetlere ihtiyacınız olduğunu öne sürdüm. Ne var ki az önce de boş zamanlarınızı bu şekilde değerlendirmek için dijital araçlar kullanmanız gerektiğini söyledim. Dolayısıyla yeni teknolojilerden uzak durmak için yeni teknolojileri benimsemeniz gerektiğini söylüyormuşum gibi geliyor kulağa.
Neyse ki bu döngüden kurtulmak hiç de zor değil. Benim dediğim şey, ekranlarınızla kurduğunuz pasif etkileşimi başlıca boş zaman faaliyetiniz olmaktan çıkarmanız. Boş zamanlarınızı daha iyi ve faydalı uğraşlarla doldurmanız gerekiyor ve zaten
Amaca yönelik ve ihtiyatlı kullanıldığında yeni teknolojilerin teknoloji karşıtlığına veya önüne gelen her teknolojiyi kullanma yaklaşımına nazaran çok daha iyi sonuçlara yol açacağı fikri dijital minimalizmin temellerinden biri. Dolayısıyla, bu fikrin bos zamanları iyi değerlendirmeye dair bu tartışma için de geçerli olması gayet doğal.
Aristoteles, yüksek kaliteli boş zamanın iyi bir hayat sürmek için elzem olduğunu düşünüyordu. Ben de bu fikirden yola çıkarak bu türden yüksek kaliteli uğraşlara hayatınızda nasıl yer verebileceğinize dair üç ders sundum size bu bölümde. Bir de şu şerhi düştüm tabii: Bu faaliyetlerin büyük bir kısmı doğaları gereği analog olsa dan çoğu zaman bunları hayata geçirebilmek için yeni teknolojileri stratejik bir biçimde kullanabilmeniz gerekiyor.
Önceki bölümlerde olduğu gibi, boş zaman tartışmamızı da teoriyi pratiğe geçirmenize yardımcı olacak bir dizi somut uygulamayla bitireceğim. Boş zamanlarınızı daha kaliteli hale getirmek için adım adım uygulamanız gereken şeyler olarak düşünmeyin bunları; daha ziyade, Aristoteles in mutluluk tarifini uygulayabilmeniz için ne tür adımlar atabileceğinize dair birer örnek olarak okuyun.
Uygulama: Her hafta bir şe tamir edin veya inşa edin
El becerilerinizi geliştirmenin en kolay yolu, yeni bir beceri öğrenip bunu bir şey tamir veya inşa etmek için kullanmak ve bunu tekrarlamak. Adım adım verilen yönergeleri doğrudan takip ede bileceğiniz basit projelerle işe başlayın. El yatkınlığınız geliştikçe çıkarımlar veya adımlarda değişiklikler yapmanızı gerektiren daha karmaşık işlere yönelin. Ellerini faydalı amaçlar için kullanmaya yeni başlayan birinin girişebileceği basit projelerden oluşan örnek bir liste hazırladım. Aşağıdaki listede bulacağınız işlerin hepsi bir hafta sonunda öğrenilebilecek şeyler.
- Arabanın yağını değiştirmek
- Avize takmak
- Halihazırda çaldığınız bir enstrümanla yeni bir tekniğin esaslarını öğrenmek
- Pikabınızın iğnesini tam olarak ayarlamayı öğrenmek
- Kaliteli keresteden yatak başlığı yapmak
- Bahçenizde veya balkonunuzda küçük bir bostan yapıp sebze ekmek
Size tavsiyem, altı hafta boyunca her hafta yeni bir beceri edinip icraata dökmeniz. Yukarıda sıraladıklarıma benzer işlerle başlayın ve artık çok da zorlanmadığınızı hissettiğinizde daha karmaşık beceri ve uygulamalara yönelin. Bu altı haftalık deneme süreci bittiğinde arabanızın motorunu komple indirip bakımını yapmaya hazır olmayacaksınız elbette, fakat giriş seviyesinde el becerileriniz olacak. Yeni şeyler öğrenmeye kadir olduğunuzu ve üstelik bundan zevk aldığınızı görmenize yetecek bir ilerleme bu. Büyük olasılıkla altı haftanın sonunda kolları sıvayıp işe koyulmaya yönelik kalıcı ve faydalı bir eğilim geliştireceksiniz.
Uygulama: Düşük kaliteli boş zaman faaliyetlerinizi planlayın
Bu yönetici günde 12 saatini Facebook’ta harcayan insanlara methiyeler düzüyordu. Ben de ona şu soruyu sordum doğal olarak: “Sence günde 12 saatini Facebook’ta harcayan biri, senin yaptıklarını yapabilir mi hayatta?”
Dikkat ekonomisinin sağladığı faydalar ile bu sektörün tüm zamanınızı ele geçirme amacı arasındaki gerilim, burada yürüttüğümüz kaliteli boş zaman tartışması açısından bilhassa sorun teşkil ediyor. Akşamları biraz kaliteli faaliyetlerle uğraşmak gibi iyi bir niyetle yola çıkıp, bağlantıdan bağlantıya atlayarak ve üst üste bir şeyler izleyerek geçirdiğiniz birkaç saatin sonunda yine bir fırsatı kaçırdığınızı fark etmeniz işten bile değil. Bu problemin en net çözümlerinden biri, ince ince tasarlanmış bu oyalanma araçlarını kullanmayı bırakmak. Bu kitapta anlatılan minimalizm felsefesinin derinlerine indiğinizde bu yolu seçeceksiniz muhtemelen. Fakat şu an bulunduğumuz noktada, bu adımı önermek için henüz erken. Bu bölümün dayanak noktasını bir kez daha hatırlayım: En baştan kaliteli boş zaman faaliyetleriyle haşır neşir olmaya başlayın ki daha sonra düşük kaliteli dijital sapmaları asgariye indirmeniz kolaylaşsın. Bu yüzden size daha basit bir öneri sunacağım. Bu öneri sayesinde sıklıkla kullandığınız hizmetleri ve siteleri ıskartaya çıkarmaya gerek kalmadan kaliteli boş zaman faaliyetlerine daha kolay zaman yaratabileceksiniz. Birazdan anlatacağım gibi bunun ayrıca sosyal medya şirketlerinin uykusunu kaçıran bir şey olması da ayrı bir güzellik.
Önerim şu: Düşük kaliteli boş zaman faaliyetlerine ayıracağınız samanı önceden belirleyin. Yani, internette gezinmeye, sosyal medyaya bakmaya ve eğlencelik bir şeyler izlemeye belli zaman dilimleri ayırın. Bu zaman dilimlerinde ne istiyorsanız yapabilirsiniz: Hatta Netflix’te üst üste dizi izlerken bir yandan da Twitter’da dolanıp üstüne bir de bu anlarınızı Instagram’da canlı yayınlamak mı istiyorsunuz? Yapın gitsin. Fakat bu zaman dilimleri dışında internetten kopacaksınız.
Bu stratejinin gayet güzel işlemesinin iki sebebi var. Birincisi, dikkatinizi ele geçiren servisleri sınırları belli zaman dilimlerinde kullanarak kalan vaktinizi daha yararlı işlere kolayca tahsis edebileceksiniz. Normalde elinizin istemsizce gittiği ekranlara erişiminiz olmadığında en iyi seçenek bu vakti kaliteli faaliyetlere ayırmaktır.
Bu stratejinin işe yaramasının ikinci nedeni de düşük kaliteli oyalanma araçlarını tamamen bırakmanızı gerektirmemesi. Bir şeyi aniden bıraktığınızda sinsi psikolojik etmenler devreye girer. Mesela boş zamanlarınızda elinizi hiçbir çevrimiçi faaliyete sürmezseniz, çok fazla ufak mesele ve istisna ile baş etmek zorunda kalırsınız. Çevrimiçi olmaya yönelik yeni tutkunuzdan kuşku duyan zihniniz, bu türden pürüzleri kararlılığınızı zayıflatmak için kullanır. Kararlılığınız zayıfladığında da getirdiğiniz kısıtlamalar gevşemeye başlar ve kendinizi yine sınırsız ve takıntılı kullanım batağında bulursunuz.
Öte yandan bu davranışları belli zaman dilimlerine hapsettiğinizde, zihninizin kuşkucu kısmının güçlü bir atağı geçmesi daha zor hale gelir. Sonuçta bir şeyi bıraktığınız veya herhangi bir bilgiyi kaçırdığınız bu türden boş zaman faaliyetleri konusunda daha bilinçli davranıyorsunuz o kadar. Böylesine makul bir kısıtlamayı mantıksız görmek çok zor olduğundan, bu kararınıza sadık kalmanız daha kolay.
Düşük kaliteli oyalanma araçlarını kullanmaya (bir şeyler kaybettiğiniz hissine kapılmadan) kısıtlamalar getirmeye başlayıp elde ettiğiniz fazladan zamanı (genelde daha çok haz veren) yüksek kaliteli alternatiflere ayırdığınızda, yıllar boyu boş zamanınızın büyük bölümünü pasif bir şekilde ekranlara bakarak geçirmiş olmanıza siz de şaşıracaksınız.
Uygulama: Bir topluluğun parçası olun
Yaşadığınız kentteki bir amatör spor takımına, bir komiteye, bir gönüllü grubuna, okul aile birliğine, sosyal fitness grubuna veya bir halk dansları ekibine katılabilirsiniz. İnsanlarla bağ kurmanın sağlayacağı faydaları başka yerde bulabilmeniz çok zor. O yüzden harekete geçin ve çevrenizdeki bu kaynaklardan faydalanmaya başlayın.
Uygulama: Boş zaman planlarınıza sadık kalın
Yüksek kaliteli boş zamanınıza dair iyi düşünülmüş bir yaklaşım geliştirmezseniz, gündelik hayatın telaşı içinde bu türden uğraşanlara bağlılığınız kolayca zayıflayabilir.
Boş zamanlarınızı stratejik hale getirirken biri mevsimlik diğeri de haftalık olmak üzere iki seviyeli bir yaklaşım geliştirmenizi öneriyorum. Bunu nasıl yapacağınızı açıklayayım.
Mevsimlik boş zaman planı
İyi bir mevsimlik planın, önünüzdeki sezonda sadık kalma ya niyetlendiğiniz amaçları ve alışkanlıkları içermesi gerekiyor. Amaçlar, ulaşmayı umduğunuz hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için kullanacağınız stratejileri belirlemeye yarıyor. Alışkanlıklar da sezon boyunca sadık kalmayı umduğunuz davranış kurallarını içeriyor. Mevsimlik bir boş zaman planında bu amaçlar ile alışkanlıklar boş zamanınızı kaliteli hale getirmenizi sağlayacak. İyi düşünülmüş bir amaç şöyle olabilir mesela:
Amaç:
Meet the Beatles albümünün ilk üç şarkısını gitarla çalmayı öğren
- Gitarın tellerini değiştirip akordunu yap, şarkıların tablarını bulup çıktısını al ve şeffaf dosyalara yerleştir.
- Yeniden düzenli olarak gitar çalışmaya başla.
- Teşvik olsun diye kasım ayına Beatles temalı bir parti plan- la. Şarkıları orada çal (sesi güzel bir arkadaşını vokal yapmaya ikna et).
Amaç kısmının gayet net ve detaylı bir şekilde açıklandığına dikkatinizi çekerim. Eğer “daha sık gitar çal” gibi bir amaç belirlenirse, muğlak ve kulak ardı edilmesi fazlasıyla kolay olan bu amaca ulaşma halledilebilecek somut hedefler belirlemek gerekiyor. Zaten yukarıdaki somut hedefe ulaşmanın yolu da aslında daha sık gitar çalmaktan geçiyor.
Dikkat ettiyseniz plan bir teşvik öğesi de içeriyor. Söz konusu şarkıları çalmayı zorunlu kılan bir parti. Böyle bir teşvik eklemek zorunlu değil elbette, ama insanın kendine net bir bitiş tarihi belirmesi her zaman faydalıdır. Son olarak, gördüğünüz gibi mevsim boyunca izlenecek stratejilerin detayları çok kesin bir şekilde belirlenmemiş. Düzenli olarak gitar çalınması gerektiği kesin olsa da haftanın hangi günlerinde veya ne kadar süreyle gitar çalışılacağına dair detaylar yok. Bu türden detayları aşağıda bahsedeceğim haftalık planlama sürecinin parçası olarak belirlemek daha iyi.
Mevsimlik boş zaman planlarında yer verilen bir diğer öğede alışkanlıklar. Şöyle olabilir mesela:
Alışkanlık: Hafta boyunca düşük kaliteli boş zaman faaliyetlerine gecede sadece altı dakika ayır.
Alışkanlık: Her gece yatakta bir şey oku.
Alışkanlık: Haftada bir kültürel etkinliğe katıl.
Bu alışkanlıkların her biri süreğen bir kuralı içeriyor. Belli bir amaca yönelik değiller, fakat yüksek kaliteli boş zaman faaliyetlerine düzenli olarak vakit ayırma alışkanlığı geliştirmenize yarayacaklar.
Yukarıdaki plan örneğinde yer alan alışkanlıklar ve amaçlar yer değiştirebilir pekâlâ. Mesela bir albümdeki şarkıları çalmayı öğrenme hedefi değil de haftada iki kere gitar çalma alışkanlığı konabilir plana. Benzer şekilde, her gece kitap okuma alışkanlığı yerine, belirlenen sezon boyunca belli türde kitaplar okuma amacı belirlenebilir. Muhtemelen bu hedef de her gün okumayı gerektirir.
Alışkanlıklar ve amaçların bu şekilde yer değiştirebilecek olmasında endişelenecek bir şey yok. İyi bir planda az ilginç ve edici hedef yer alır ve bu hedeflere ulaşmak için de kolay uyulabilecek birkaç
Alışkanlık belirlenir. Önemli olan, boş zaman faaliyeti fikirlerinizi hangi kategoriye koyacağınız değil, makul ve dengeli bir plan yapmanız.
Haftalık boş zaman planı
Her haftanın başında mevcut mevsimlik planınızı gözden geçirmeye vakit ayırın. Bu plana göz attıktan sonra, boş zaman faaliyetlerinizi haftalık programınıza uydurmak için bir plan yapın. Mevsimlik plandaki her amaç için bir hafta içinde neler yapabileceğinizi düşünüp, bunları ne zaman yapacağınızı belirleyin.
Son olarak, programınızı yaptıktan sonra mevsimlik planını dahil olan alışkanlıkları gözden geçirip hatırlayın. Bu sayede önünüzdeki hafta bu alışkanlıkların aklınızdan çıkmasına mâni olabilirsiniz. Bittiğinde bu alışkanlıkları ne ölçüde yerine getirdiğinize bir göz atmak da faydalı olacaktır. Kimileri hafta boyunca bu alışkanlıkların parçası olan kurallara ne kadar uyduğunu takip edebilmek için basit çizelgeler kullanıp daha sonra bunları gözden geçiriyorlar. Bunu yapmamızın iki amacı var. Birincisi, kısa süre sonra performansınızı değerlendireceğinizi bilmeniz, alışkanlıklarınızı yerine getirme ihtimalinizi artırır. İkincisi, bu gözden geçirme sürecinde çözülmesi gereken sorunlar varsa bunları tespit edebilirsiniz. Bin bir çaba sarf etmenize rağmen belli bir alışkanlığı bir türlü rayına oturtamıyorsanız, bu alışkanlığın uygulanmasını zorlaştıran bir unsur olabilir.
Hiçbir şey yapmamaya gereğinden fazla değer ve önem atfediliyor. Yoğun bir mesainin ortasında veya çocuklara bakmakla geçen çok yorucu bir sabahın ardından ” yapmam gereken hiçbir şey yok” duygusunun rahatlığını aşerebilir insan; hiçbir plan, beklenti veya iş olmadan, ilginizi ve dikkatinizi ne çekiyorsa onunla ilgilenebileceğiniz boş zaman dilimleri gözünüze çok cazip görünebilir. Bu gevşeme anları da değerlidir elbette, fakat bu zamanlar genelde amaçsızca telefonu kurcalamak veya gönülsüzce bir şeyler izlemek gibi düşük kaliteli faaliyetlerle doldurulduğu için, aslında karşılığında elinize pek bir şey geçmez. Önceki sayfalarda sıraladığım pek çok nedenden ötürü, zor fakat harcanan emeğe değecek bir şeye yatırılan enerjinin karşılığı daima çok daha zengin ve değerlidir.
VII
Dikkat Direnişine Katılın
Davut ve Golyat 2.0
“Toplum genellikle yeni bir ürünü faydalarına kucak açarken bu ürünün potansiyelinden sonuna kadar faydalanmaktan zorluk çeker.”
(Facebook araştırmacıları David Ginsberg ve Moira Burke tarafından yazılmıştı ve şu gözlemle başlıyordu: “Pek çok parlak zihin, bu önemli konunun farklı veçhelerine bakıyor.” Bu durumdan faydalanan Facebook araştırmacıları, sos- yal medya kullanmanın “iyi” ve “kötü” biçimlerini daha net bir şekilde anlamak için akademik külliyatı gözden geçirip şu sonuca varmışlardı: “Araştırmalara göre esas mesele teknolojiyi nasıl kullandığınız. Bugün sayısız dijital kuvvetin baltalamaya çalıştığı özerkliğimizi koruyabilmek için buradan etkili bir strateji de karabiliriz. “Dikkat ekonomisi”, tüketicilerin dikkatini kendine çekip tekrar paketledikten sonra reklam verenlere satarak para kazanan sektörü tanımlamak için kullanılan bir tabir.
“Etrafına bir kalabalık topla ama onun parasıyla ilgilenme, çünkü bu kalabalığı, onun dikkatini isteyen birine yeniden satabilirsin’ fikrini gerçekten hayata geçiren ilk insandı.”
Bu cihazla birlikte yeni bir ekonomik sektör yaratmak için insanları bir şekilde telefonlarına çok sık bakmaya ikna etmek gerekiyordu. Bu amaç doğrultusunda Facebook gibi şirketler dikkat mühendisliği alanında yenilikler yaptılar ve bu sayede insanları istediklerinden çok daha fazla zamanı bu servislerde geçirmeye sevk etmek için psikolojik zaafları suiistimal etmenin yollarını geliştirdiler. Bugün ortalama bir kullanıcı günde elli dakikasını sadece Facebook ürünlerinde geçiriyor. Diğer popüler sosyal medya servislerini ve sitelerini eklediğimizde bu süre daha da artıyor. Bu takıntılı kullanım tesadüf değil; dijital dikkat ekonomisinin en temel taktiklerinden biri aslında.
Facebook’un reklam verenlere satabileceği insan dakikası miktarı ciddi ölçüde azalır ve şirket büyük bir darbe yer. Ardından yatırımcılar kazan kaldırır (son yıllarda Facebook’un dönemlik gelirlerindeki ufak bir düşüş bile Wall Street’te kaygı dalgalarına sebep olur hale geldi) ve neticede şirket şu anki konumundan çok uzaklara düşer. İnsanların kullanımlarını eleştirel bir gözle yeniden düzenlemeleri, dijital dikkat ekonomisi için fevkalade kritik bir sorundur.
Somut önerilere ayırdığım bu bölümün geri kalan kısmında, bu direniş hareketinin geliştirdiği taktikleri bulacaksınız. Size önereceğim uygulamaların her biri farklı kategorideki bir taktiğe odaklanıyor. Dikkatinizi ele geçirmek için sarf edilen amansız çabalara karşı koyma konusunda işe yaradığı kanıtlanmış taktikler bunlar.
Uygulama: Sosyal medyayı telefonunuzdan kaldırın
Elimizdeki bütün bu veriler bizi net bir sonuca götürüyor: Sosyal medya kullanmanız gerekiyorsa bu hizmetlerin mobil versiyonlarından uzak durun, zira zamanınız ve dikkatinize yönelik daha büyük bir tehdit teşkil ediyorlar. Dolayısıyla, bu uygulama kapsamında telefonunuzdaki tüm sosyal medya uygulamalarını kaldırmanız gerekiyor. Bu servisleri tümden bırakmak zorunda değilsiniz; tek yapmanız gereken, bunları her an her yerde elinizin altında tutmaktan vazgeçmek.
Dijital minimalizmin en tipik stratejisi bu. Sosyal medya servislerine her an erişme imkânınızı ortadan kaldırdığınızda, hayatınızdaki daha büyük boşlukları fark etmenizi engelleyen birer payanda işlevi göremeyecekler artık. Ayrıca sosyal medyayı tümden bırakmayacaksınız da. Hesaplarınıza (biraz daha elverişsiz olacak şekilde) bilgisayarınızdan girerek, önemli ve faydalı bulduğunuz belli özelliklerden istifade edebileceksiniz. En önemlisi de bu sayede sosyal medyayı nasıl kullanacağınızı kendiniz belirlemiş olacaksınız.
Dikkatimi çeken ikinci şeyse, sosyal medyayı bilgisayardan kullanmaya devam eden insanların bu servislerle kurdukları iliş kinin ciddi şekilde değişmesiydi. Sadece belli başlı ve ciddi fayda sağlayan amaçlar doğrultusunda kullandıkları bu servislere arada bir giriyorlardı. Mesela telefonundan Facebook’u silen okurlarımdan çoğu, haftada bir veya iki kez bakar olmuşlardı hesaplarına, Sosyal medya, arada bir kullandıkları pek çok araçtan biri haline geldi ve her an her yerde odaklanma becerilerini tüketme gücünü yitirdi.
Uygulama: Cihazlarınızı tek amaçlı bilgisayar gibi kullanın
Pürdikkat çalışmanızı gerektiren meşakkatli bir işle uğraştığınız kimi zamanlarda ban siteleri engellemekten bahsetmiyorum; daha ziyade bu türden servislerin her zaman engelli olmasını ve titizlikle planladığınız bir çizelgeye göre sadece belli zamanlarda erişime açılmasını öneriyorum.
Mesela işiniz sosyal medya kullanmanızı gerektirmiyorsa, akşam vakti birkaç saatlik bir süre haricinde bu siteleri ve uygulamaları tamamen engelleyen bir plan yapın. İş icabı belli bir sosyal medya aracını (mesela Twitter’i) kullanmanız gerekiyorsa, günün belli saatlerinde bu aracı erişime açarken geri kalan tüm zamanlarda erişimi engelleyin. Dikkatinizi cezbeden belli bilgi-eğlence siteleri varsa (mesela beyzbol haberleri bazen benim için inanılmaz derecede çekici oluyor), bu siteleri belirlediğiniz zaman dilimleri dışında her zaman engelli tutun.
Bu sürekli engelleme uygulaması ilk başka biraz katı görünebilir, fakat bu uygulama sayesinde insani dikkat sistemlerimizle çok daha uyumlu olan tek amaçlı bilgisayar idealine ulaşacaksınız. Dikkat direnişine dair bu bölümde yer verdiğim tüm tavsiyeler gibi sürekli engelleme uygulaması da dijital dikkat endüstrisinin tüm nimetlerinden vazgeçmenizi gerektirmiyor. Bu uygulamanın amacı daha ziyade bu ürünleri kullanırken daha bilinçli ve amaç odaklı hareket etmeniz. Bilgisayarlarla ilişkimize farklı bir bakış açısı getiren bu uygulama, yaşadığımız dikkat dağınıklığı çağında minimalist kalabilmenin başlıca gereklerinden biri.
Uygulama: Sosyal Medyayı Profesyonelce Kullanın
Jennifer Grygiel bir sosyal medya uzmanı. Uzmanlıktan kastım, sosyal medyayı çok iyi kullanması değil; Jennifer, bu araçlardan azami düzeyde değer üretme konusundaki uzmanlığını mesleği haline getirmiş,
İş hayatları ve (bir parça da) kişisel amaçları için bu araçlardan mümkün olduğunca çok değer üretmeye çalışırken, bu servislerin kullanıcıları saplantılı davranışlara itmek için kullandığı düşük değerli özelliklerin çoğundan kaçınıyorlar. Yani disiplinli profesyonel yaklaşımlar, dikkat direnişine katılmak isteyen tüm dijital minimalistlere eşsiz birer örnek teşkil ediyor.
Bu uygulamanın geri kalanında, Jennifer’ın sosyal medya alışkanlıklarına yer vereceğim. Onun kullandığı stratejileri birebir hayata geçirmeniz gerekmiyor, fakat bu uygulama kapsamında sizden istenen, bu servislerle ilişkinizi bir şekilde bilinçli ve planlı hale getirmeniz.
İlk başlar da herkesin arkadaşlık isteğini kabul ettiğini söyleyen Jennifer, bir noktada bu kadar çok insanla bu kadar sık irtibat kurmanın anlamsız olduğunu fark etmiş. Jennifer artık arkadaş sayısını Dunbar sayısı olan 150’nin altında tutmaya çalışıyor;” bir insanın istikrarlı sosyal ilişkiler kurabileceği kişi sayısına getirilen teorik bir sınır bu. Jennifer ayrıca meslektaşlarıyla Facebook üzerinden iletişim kurmayı da tercih etmiyor; bir meslektaşıyla konuşması gerektiğinde ofisine uğradığını ya da mesai sonrasında görüştüğünü belirtiyor. Facebook’un haberleri takip etmek veya ciddi meseleleri tartışmak için doğru platform olmadığını da düşünen Jennifer’a göre, “Oradaki edep sorunu ciddi boyutlara ulaşmış vaziyette.”
Jennifer’in bugün en çok vakit harcadığı sosyal medya platformu Twitter. Twitter’in profesyoneller için en önemli servis olduğunu öne süren Jennifer’ın böyle düşünmesinin sebebi, muhtelif alanlarda önde gelen figürlerin bizzat tweet atması. Bu insanların yazdıklarını takip ederek en güncel haberlerden ve yenilikçi fikirlerden haberdar olduğunu söylüyor. Ayrıca Twitter, size katkısı olabilecek insanları profesyonel ağınıza katma imkânı da veriyor (Jennifer, sosyal medya aracılığıyla keşfettiği ben de dahil pek çok insana e-posta yoluyla ulaşmanın faydasını kariyeri boyunca görmüş).
Eğlenecek bir şeyler bulmak için durmadan sosyal medya akışlarında dolanmayı bir tuzak olarak görüyorlar (dikkatinizi hep daha çok çekmek için tasarlanmış ürünler bunlar). Bu tuzağa düştüğünüzde, bu servisleri kendi lehinize kullanma becerinizi yitiriyorsunuz; daha ziyade bu servisler sizi kullanmaya başlıyor. Burada bahsettiğim yaklaşımın bir kısmını içselleştirirseniz, sosyal medyayla ilişkiniz daha az çalkantılı ve çok daha faydalı hale gelecektir.
Uygulama: Yavaş medyayı benimseyin
21. yüzyılın ilk on yılında “medya âleminin teknolojik temellerinde köklü değişimler” yaşandığı tespitiyle başlayan manifesto, ikinci on yılın ise bu muazzam değişimlere verilmesi gereken “münasip tepki”nin ne olduğunu çözmeye adanması gerektiğini öne sürüyor. Manifestonun yazarlarının önerisi, “yavaşlığı” benimsemek. Yavaş Gıda” hareketinin izinden giden Yavaş Medya Hareketi, dijital dikkat endüstrisinin gittikçe çeşitlenen tik tuzaklarıyla odaklanma becerimizi paramparça ettiği bir çağda yapılması gerekenin medya tüketimimiz konusunda daha bilinçli hale gelmek olduğunu öne sürüyor.
Yavaş Medya gelişigüzel tüketilemez, kullanıcılarının tüm konsantrasyonunu harekete geçirir. Yavaş Medya, üretimini, görünümünü ve içeriğini yüksek kalite standartlarına tabi tutması bakımından yüksek tempolu ve kısa ömürlü muadillerinden ayrılır.
İyi olan şeylere yönelmektense kötü olanları çılgınca hayatımızdan çıkarmaya odaklanıyoruz. Her iki yaklaşımın da özgül faydaları var elbette, fakat mesele dikkat endüstrisinin kölesi olmadan haberlere ve çeşitli bilgilere ulaşmak olduğundan, Avrupalıların yavaşlık yaklaşımının vadede daha başarılı olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla bu uygulama kapsamındaki tavsiyem Yavaş Medya hareketini benimsemeniz.
Yavaşlık hareketlerinin genel kuralı şudur: Az sayıda tüksek kaliteli içerik, büyük miktardaki düşük kaliteli içerikten çoğu zaman üstündür. Gıda için de geçerli bu, haber için de.
Yavaş haber tüketiminin önemli bir ayağı daha var: Siyasi ve kültürel meselelere dair yorum ve görüşlere ilgili duyuyorsanız, kendi konumunuza muhalif savların en iyi örneklerini de okuyarak bu deneyiminizi zenginleştirebilirsiniz. Size katılmayan herkesin zırdeli olduğunu düşünmektense, siyasi meselelerde uyuşmadığınız zeki ve yetenekli yorumcular ile yazarların fikirlerine de kulak verin. Sokrates’ten beri bildiğimiz gibi, çeşitli tarafların iddialarına kulak vermek, ortada dönen tartışmanın içeriğinden bağımsız olarak derin bir tatmin ve haz duygusu sağlar.
Yavaşlık ve kalite odaklı haber tüketimini benimsediğimizde, güncel olayları takip etme ve önemsediğiniz konulardaki tartışmalardan haberdar olma arzunuzu tatmin etmeye devam edebilirsiniz. Daha da önemlisi, bu yaklaşım sayesinde pek çok insanın haber okuma deneyimi haline gelen akıldışı tıklama döngülerden kurtulup, zamanınızı ve ruh sağlığınızı heba etmeden haberleri takip edebilirsiniz.
Benzer faydalar sağlayacak başka kural ve ritüeller de düşünülebilir elbette. Yavaş Medya’yı benimsemenin kilit noktası. Tükettiğiniz şeylerin kalitesine ve tüketim sırasındaki koşullarınıza özen göstermek. Dikkat direnişinin parçası olma konusunda ciddiyseniz, internette dolaşan bilgilere yönelik yaklaşımınızı ve etkileşimlerinizi sorgulamalısınız.
Uygulama: Akıllı Telefonunuzu Basitleştirin
Kimi zaman akıllı telefon kullanıp (mesela uzun bir yolculuğa çıkarken veya özel bir uygulama ihtiyaç duyduklarında) kimi aman da dikkat dağıtmayan daha basit cihazlar kullanmak isteyen, fakat iki farklı numaraya sahip olmanın sorun çıkarabileceğinden endişelenenler de var. Artık bu endişeyi gidermek de mümkün: Akıllı telefona bağlı çalışan bir akılsız telefon. Bu türden ürünler, özellikle de kitlesel fonlamayla geliştirilen Light Phone adlı telefon, mevcut akıllı telefonunuzun yerini almayıp daha basit bir eklenti işlevi görüyorlar. Aşağı yukarı bir kredi kartı boyutunda olan Light Phone’un sadece bir klavyesi ve bir ekranı var. Akıllı telefonunuzu birkaç saniye içinde Light Phone’a yönlendirebiliyorsunuz ve böylece yol tarifi de dahil en önemli özelliklerden feragat etmeksizin dikkat dağıtmayan bir telefona sahip oluyorsunuz. Light Phone’la ilgili ayrıntıları web sitesinden öğrenebilirsiniz.
Dikkat direnişinin parçası olan Hollier ve Tang, niyetlerini açık ve net bir şekilde ortaya koymak amacıyla, yayınladıkları manifestonun başına “vakit sizin, kazanç onların” anlamına gelen bir çizim eklemişler.
Sonuç
1832 yılında Fransa’nın Le Havre kentinden New York’a hareket eden Sully adlı geminin yolcuları arasında, eserleriyle Avrupa’da beklediği ilgiyi göremeyen 41 yaşında bir ressam da vardı. Bu ressam, Samuel Morse’tu.
Tarihçi Simon Winchester’ın anlatımına göre Morse, “dünyayı kökünden değiştirecek o aydınlanma ânını” bu yolculuk sırasında, Atlas Okyanusu’nda yol alırken yaşamıştı. Bu aydınlanma tetikleyense, elektrikle ilgili son keşiflerden haberdar olan Harvard’lı jeolog Charles Jackson’dı. Yeni keşfedilen bu gücün kullanılabileceği alanları tartıştıkları sırada Morse’un kafasında çarpıcı bir fikir belirdi: “Eğer elektriğin varlığı devrenin herhangi bir yerinde görünür kılınabilirse, o zaman elektrik aracılığıyla bilgi de aktarabiliriz.”
Winchester’a göre, elektronik iletişimin imkânlarını hemen kavrayan bu başarısız ressam aslında “kâhince bir aydınlanma” yaşamıştı. Morse, New York’a varır varmaz ofisine koştu ve gemi yolculuğunda gözüne çok basit gelen bu fikri hayata geçirmek için uzun bir deney sürecine girdi. Hummalı çalışmalarla geçen on iki yılın ardından, 1844’ün mayıs ayında, telgraf anahtarıyla birlikte ABD Yüksek Mahkemesi’nin huzurundaydı. Onu dinlemeye gelenler
Arasında nüfuzlu parlamenterler ve hükümet yetkilileri de vardı. Düzenli aralıklarla yerleştirilmiş sinyal yükseltici rölelerle güçlendirilen elektriksel, Morse ile altmış kilometre uzaklıktaki bir tren istasyonunda bekleyen ortağı Alfred Vail’i birbirine bağlıyordu.
Morse icadını ilk kez görücüye çıkarıyordu ve etkili bir açılış mesajına ihtiyacı vardı. Morse’un icadını destekleyen patent görevlisinin kızının tavsiyesine uyarak, ilk telgraf mesajı için Eski Ahit’ten şu cümleyi seçti: “Tanrı nelere kadir.”
Winchester’a göre bu cümle. “Samuel Morse’un kaderinin yalın bir ifadesi” olarak görülmeli. Bana kalırsa, bu icadın ve ardın- dan gelen nicesinin ateşlediği dönüşümü düşündüğümüzde, bu cümleyi “olağanüstü bir hızla başlayıp akla hayale sığmaz sonuçlara yol açan bir değişim çağının kehanet misali epigrafi” olarak görmek daha doğru olur.
Yazılı tarihin başlangıcından beri insanlar icatlarıyla yaşadıkları dünyayı geliştiriyorlar. Fakat Winchester’in da belirttiği gibi, elektronik iletişimi sürükleyen icat ve yeniliklerin “mevcut her şeyden gizemli bir şekilde farklı” bir yanı var. Mesela mekanik mucizeler, milyonlarca yıllık evrim sürecinde beynimize kazınan maddi dünya anlayışıyla uyumludur. Buharlı tren ilk başta hayranlık verici olabilir, ama biraz düşününce işleyişini anlamlandırmak o kadar da zor değildir: Ateş suyu ısıtıp buhar üretir, buhar da trenin pistonlarını harekete geçirir.
Telgraf mesajı, telefon görüşmesi, e-posta veya sosyal medya ise bir şekilde farklı. Elektrik akımı ve onu kontrol eden karmaşık bileşenlere dair sezgisel bilgimiz yok ve yan yana iki insanın konuşması dışında bir sohbet etme biçimi türümüzün tarihine tamamen yabancı bir şey. Bu yüzden de Samuel Morse tarafından başlatılan elektronik iletişim devriminin sonuçlarını hayal etmek bizler için her zaman zor oldu. Bu devrimin dünyamız üzerindeki etkilerini ancak her şey olup bittikten sonra değerlendirebiliyoruz.
Daha önceki bölümlerde yaptığım Henry David Thoreau alıntısını hatırlayalım. Morse’un 1844’teki ilk tanıtımından sonra başlayan telgraf çılgınlığının parçası olarak ABD’nin en kuzeydeki eyaleti Maine ile en güneydeki eyaleti Texas arasında inşa edilen telgraf hattına tepki olarak Thoreau, bu iki eyaletin birbiriyle irtibat halinde olmaya gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sormuştu. Kendi tarihsel koşulları içinde belli bir anlama sahip olsa da bu duygu, sosyal medya ve akıllı telefonların egemenliği altındaki çağımız için de geçerli olabilir. İlk önce Facebook, sonra da iPhone geldi: İletişim ve sürekli bağlantıda olma saplantısı kültürümüzü o kadar büyük bir hızla kasıp kavurdu ki hiçbirimiz bir an durup Thoreau’nun o temel sorusunu sorma fırsatı bulamadık: Bütün bunların amacı ne?
Nihayetinde toplumlar bütün bu gelişmelerin istenmeyen sonuçlarıyla sersemlemiş vaziyette. Silikon Vadisi’nin sattığı her şeye hevesle atladık, fakat kazara insani yanımızdan bir şeylerin eksildiğini kısa süre sonra fark ettik.
İşte bu uzun yolculukta artık dijital minimalizme yer açmanın vakti geldi. Bu felsefe, elektronik iletişimin insana yabancı karşı insani bir siper işlevi Ayrıca bu alandaki icat ve yeniliklerin sağladığı gerçek avantajlardan faydalanırken (örneğin aralarında irtibat kurulduktan sonra Maine ile Texas’ın gerçekten birbirilerine söyleyecekleri şeyler olduğu anlaşıldı), bu teknolojilerin anlamlı ve tatmin edici bir hayat kurma arzumuzu baltalamalarının da önüne geçiyor.
Bu tarihsel arka plan, dijital minimalizmi biraz heybetli bir adım konumuna koysa da, önceki bölümlerde keşfettiğimiz üzere bu felsefeyi hayata geçirmek aslında daha çok pragmatik bir hamle. Dijital minimalistlere göre yeni teknolojiler kendi başlarına değer kaynağı değildir, daha ziyade, gönülden bağlı olduğumuz değerleri besleyen araçlardır. Bu felsefeyi benimseyenler için bazı ufak faydalar sağlaması, dikkatlerini emecek servisleri hayatlarına sokmaları için geçerli bir sebep değildir. Dijital minimalistler yeni teknolojileri kullanırken son derece seçici davranırlar ve kullanımın sonucunda önemli bir kazanım elde etmeye özen gösterirler. Daha da önemlisi, yüksek fayda standartlarına erişemeyen şeyleri kullanmama konusunda içleri son derece rahattır.
Yine de bu yaşam tarzına geçmenin meşakkatli olabileceğini de belirtmek isterim. Görüştüğüm pek çok minimalistin başarı hikâyesinde bazı araçlara yenik düştükleri anlar da mevcut. Fakat bunda bir sorun yok. Dijital minimalizm, dijital temizlik dönemini geçtiğiniz anda tamamlanacak tek seferlik bir süreç değil, bilakis sürekli düzenlemeler ve değişiklikler yapmayı gerektiriyor.
Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki bu felsefeyi başarıyla sürdürmenin anahtarı, bunun aslında teknolojiyle değil, hayatınızın kalitesiyle ilgili bir mesele olduğunu idrak etmek. Bu kitapta anlattığım fikirleri ve uygulamaları deneyip size en uygun yolu bulduğunuzda, dijital minimalizmin bir dizi kuraldan çok daha fazlası olduğunu fark edeceksiniz. Dijital minimalizm, albenili cihazlar yığınında kaybolduğumuz bu çağda yaşamaya değer bir hayat kurmakla alakalı bir felsefe.
Dijital statükoya bağlı olanlar, bu felsefeyi teknoloji karşıtı olarak damgalayabilir. Umarım bu iddianın doğru olmadığına ikna edebilmişimdir sizi. Dijital minimalizmin reddettiği şey internet çağının yenilikleri değil, halihazırda pek çok insanın bu araçlarla kurduğu ilişkinin biçimi. Bir bilgisayar bilimci olarak, dijital dünyanın gelişimine sunduğum katkıyla geçimimi sağlıyorum. Tekno-geleceğin gebe olduğu imkânlar, pek çok meslektaşım gibi beni de heyecanlandırıyor. Fakat dijital hayatlarımızın kontrolünü yeniden ele almak için gerekli çabayı göstermezsek (yani hangi araçları hangi sebeplerle ve hangi şartlarda kullanacağımıza kendimizden emin bir şekilde karar vermezsek) bu geleceğin potansiyellerini hayata geçiremeyeceğimizden de eminim. Tutuculuk filan değil bu, bildiğimiz sağduyu.
Samuel Morse’un yolunu açtığı elektronik dünyada insanlığını yitireceğinden endişe eden Andrew Sullivan ile başladım bu kitaba. “Eskiden ben de insandım,” diye yazmıştı Sullivan. Dijital minimalizmin işte bu gidişatı tersine çevirmesini umuyorum.
Umarım bu felsefe, en yeni teknolojileri dikkat endüstrisinin ne olduğu belirsiz şirketlerini semirtecek şekilde değil, sizin yararınıza olacak şekilde nasıl kullanabileceğinizi göreceğiniz yapıcı bir yol haritası sunmuştur size. Ve umarım dijital minimalizm, teknoloji meraklılarını Sullivan’ın yaşadığı histen kurtaran ve gönül rahatlığıyla “Teknoloji sayesinde hiç olmadığım kadar iyi bir insanım,” diyebilmelerine imkân veren bir kültür yaratır.

Feray Atalay’ın Dijital Minimalizm yazısı, ağ organizasyonlarının şubelerinin haritada nasıl konumlandırılabileceğine dair önemli ipuçları sunuyor. Daha fazla bilgi için https://kasaturkiye.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz.